Anasayfa   |   EGE  |   AKDENİZ  |   MARMARA |   DOĞU ANADOLU  |  İÇ ANADOLU   |   KARADENİZ  

KURULUŞ EFSANESİ

         Tarihçi Atheneus'a bakılırsa Atina'nın efsane kralı Kodros'un av tutkunu oğlu Androklos, Ephesus ve çevresinden çok etkilenmiş ve bu güzel yeri görür görmez yerleşmeye karar vermiş. Ama bir de, o çağlarda sözlerine çok güvenilen kâhinlerin görüşünü almak istemiş. Androklos'un arkadaşlarından biri hemen Delphoi'deki kehanet merkezine gitmiş. Kâhin kadın, gencin yüzüne şöyle bir bakmış ve "Bu yeri size bir balık işaret edecek bir domuz da yol gösterecek!" diye konuşmuş.
Kâhin kadının söyledikleri Androklos'la arkadaşlarının kafasını iyice karıştırmış. Ama gençler gezilerini sürdürmüşler. Bir akşam, tuttukları canlı balıkları kızartmaya hazırlanırlarken, biri çalıların arasına fırlayıvermiş. Bu sırada da ateşin kızılından, balığın can havlinden ürken bir yaban domuzu çılgınca koşmaya başlamış. Androklos da okunu ve yayını kaparak hızla domuzun peşinden koşmuş. Av tutkunu oğul, yayını çekerek, domuzu kıstırdığı korulukta hemen yere sermiş. Ve ardından da Ephesus'u buraya kurmaya karar vermiş.
Başka ilkçağ kaynaklarına göre de Ephesus'un kurucusu, efsanelerin savaşçı kadınları Amazonlar. İskenderiyeli şair Kallimakhos ise Artemis için yazdığı övgüde Amazonlar'ın Ephesus kıyısında tanrıçaya bir heykel dikdiklerinden ve çevresinde savaş dansı yaptıklarından söz ediyor. Strabon da Ephesus adının bir Amazon'un adından geldiğini aktarıyor.

Ünlü tarihçi Herodot'un anlatımına göre, kent Atina kralı Kodros'un oğlu Androklos tarafından kurulmuştur. İ.Ö. 1000 yılları ve az öncesinde Batı Anadolu kıyılarına ticaret yapmak amacıyla Yunanistan'dan göçmenlerin geldiği bilinmektedir. Mitolojiye göre Androklos bunlardan birisidir. Babası Kodros komşu kent deletleriyle yapacağı bir savaştan önce Biliciye (kahin) gider ve savaşta kimin galip geleceğini sorar. Bilici, - Hangi Kral ölürse onun ordusu savaşı kazanacaktır." yanıtını verir. Bu yanıt üzerine Kodros bilerek kendisini düşman askerlerine öldürtür. Oğlu Androklos kardeşleriyle krallık kavgasına girişmemek için adamlarıyla yeni bir kent kurmak üzere yer aramaya başlar O dönemde bilicilik merkezi olarak isim yapmış olan Delpi Apollon Tapınağı'na giderek biliciye yeni kenti nerede kurması gerektiğini sorar. Bilici şiirsel bir dille, - Sana bu yeri bir balık ve bir yaban domuzu gösterecek. cevabını verir. Bundan bir anlam çıkaramayan Androklos, bir süre sonra gemilerle Ege denizine açılır ve Efesin kurulduğu kıyılara gelirler. Tuttukları bir balığı kızartırlarken kuru otlar tutuşur ve yangın çıkar. Çalılar arasında saklanmış bir yaban domuzu korkuyla kaçmaya başlar. Bunu gören Androklos atıyla domuzu kovalar ve vurur. Bir süre sonra bilicinin dediklerini hatırlarlar ve yeni kenti domuzun vurulduğu yere kurarlar.

İLK DÖNEM

Kent ilk kez İ.Ö. 6 bin yılında kurulmuştur. O dönemde doğu, güney ve kuzeyi dağlarla çevrili olan Selçuk İlçesi'nin oturduğu düzlük korunaklı bir körfez idi. Körfezin kıyılarında prehistorik yerleşmeler yeralıyordu. Bunlardan birisi Çukuriçi denilen höyüktür. Yaklaşık 4 bin m2 genişliğinde olan höyük, körfezin güney kenarında bulunmaktaydı. Burası Magnesia kapısına 400 metre kadar uzaklıktadır. Müze Müdürlüğü'nün Çukuriçi Höyük'te yaptığı kazılarda tarihi İ.Ö. 6 bin yılına kadar çıkan Neolitik Çağ kalıntılarına ulaşılmıştır. Kerpiçten yapılmış duvarları olan höyükte, çark parlatılmıştır. Bunların yanında opsidienden yapılmış delici ve kesici aletler, ok uçları orak ağızları, taş baltalar, bronz deici ve kesiciler de vardır. Kazı sırasında bol miktarda av hayvanı ve kuş kemikleri ile midye ve istiridye kabuğu bulunmuştur. Çukuriçi Höyük'te oturanların avcılık yaptıkları ve deniz kabukluları ile balık avladıkları kesinlik kazanmıştır. Körfez K.Menderes ve güneydoğudaki Marnas çayının getirdiği alüvyonlarla dolmuş ve vaktiyle deniz kenarında olan höyük günümüzde denizden 5 km içerde kalmıştır.

Önceleri Leleglerin ve Karialıların yaşadıkları bu bölgede geleneğe göre efsanevi kral Kodros'un oğullarından biri olan Androklos Efes şehrini kurmuştur. Kent, diğer İon yerleşmeleri gibi en geç M.Ö.10. yüzyılda kolonize edilmiş olmalıdır. Hellenler buraya geldiklerinde, Anadolu'nun hemen her yerinde görüldüğü üzere ana tanrıça Kybele'yi baş tanrı olarak buldular. Yerli halkla anlaşmak için synkretism (birkeştirme) yolu ile Artemis'i ana tanrıça ile bir tutarak aynı yerde tapınmaya başladılar. İlk yerleşmenin, Artemision'un 1200 m. batısında olan Koressos limanında kurulduğu düşünülmektedir. Efes başlangıçta krallar, sonra aristokrat oligarşi, daha sonra da tiranlarca yönetilmiştir. Efes M.Ö. 7. yüzyılın ilk yarısında Kimmerler tarafından ele geçirildi ve ancak aynı yüzyılın ortalarından sonra gelişmeye başladı. 6. yüzyılın ortasına doğru kent Lydia'nın egemenliği altına girdi. Kroisos'un tapınağa hediye ettiği columnae caelatae (kabartmalı sütunlar)'dan anlaşıldığına göre Lydia ile Efes arasında sıkı bir ilişki vardı. Bununla beraber Efesliler, Koressos limanındaki kuvvetle tahkim edilmiş kentlerini terk etmek ve Artemision yakınında yerleşmek zorunda kalmışlardır. Bu ikinci yerleşme bugün su düzeyinin altında kaldığı için buradaki Artemis Tapınağı'nın dışında herhangi bir kalıntıyı açmak olanağı bulunmamaktadır. İskender'in ölümünden sonra bütün İonia ile birlikte Efes kenti Lysimachos'un eline geçmiştir. Koressos Dağı'nın (Bülbül Dağı) güney ve batı etekleri üzerindeki 10 m. yükseklikte ve 9 km. uzunluğunda bir kent duvarı ile çevrelenmiş geniş bir alan içinde yeniden kurmayı önceden düşünmüş idi. Bugün Panayır Dağı'nın (Pion Dağı) sırtlarında yer alan güzel işçiliğe sahip duvar, bu orijinal kent surunun bir parçasıdır . Lysimachos, Kolophon ve Lebedos halkının bir bölümünü Efes'te oturmaya zorlayarak kent nüfusunun artmasını sağladı. Gerçekten kısa bir süre içinde Efes, Anadolu'nun en kalabalık kenti haline geldi. Hellenistik Dönem'de Efes, Seleukoslar tarafından yönetilmiş ve M.Ö.190 tarihinden sonra da Bergama Krallığı'na bağlanmıştır. M.Ö.133 tarihinde Bergama Krallığı ile birlikte Romalıların egemenliği altına giren Efes, Julius Caesar döneminde diğer Anadolu kentleri gibi ağır vergiler altında ezildi; ancak kent Augustus devrinden başlayarak iki yüzyıl süresince en parlak ve en mutlu günlerini yaşadı. M.S.150 yıllarında yaşamış olan Aristeides'e göre Efes o dönemin en varlıklı ticaret merkezi olup, bütün Batı Anadolu'nun bankacılık işlerini yürütüyordu. Efesliler kentlerini Asia'nın yani İonia'nın başkenti olarak sayıyorlardı. Antik devrin M.S. 3. yüzyıl boyunca ve 4. yüzyıl ortalarına kadar süren çekişme ve karışıklık dolu döneminden sonraki sürede Efes, Justinian zamanına (M.S. 527-565) değin, 3. altın çağını yaşadı. Hıristiyanlığın burada hızla yayılması nedeniyle birçok önemli ve güzel yapı inşa edilmiştir. Ayasuluk'taki kale ve içindeki St. John Kilisesi bu devirde yapılmıştır. Efes’in son parlak günlerini ise 14. yüzyılda Selçuklular Devri'nde yaşamıştır. Bu çağda kent, Ayasuluk Kalesi ile bugünkü Selçuk kasabasının bulunduğu yeri kapsıyordu. Osmanlılar Dönemi'nde kent önemini kaybetmiştir; ancak bugün yine bir gelişme içindedir.



                               arkeolog@postaci.com                                  design @rzawa