ANTİK ÇAĞLARDA DOĞU
KARADENİZ *
Ahmet Mican Zehiroğlu
Karadeniz’in doğu sahilleri ile ilgili ilk yazılı kaynaklar Urartu dönemi
ile birlikte başlar ve bu dönem, aynı zamanda bölge yazılı tarihinin de
başlangıcı sayılır. Bölgenin tarih öncesi dönemine atfedilen efsanelerde,
adından sıkça söz edilen gizemli Kolkhis diyarı; antik çağ tarihçilerinin
tanıklıklarıyla, efsanelerin ötesinde, tarihsel bir gerçeklik olarak da
günümüze kadar ulaşmıştır. Yazılı tarih sürecine ait bu belgeler, Doğu
Karadeniz’le ilgili günümüze dek ulaşan etnik tanımlamaların ve yerel
coğrafi terimlerin tarihsel köklerine de ışık tutmaktadırlar.
Antik çağda, Doğu Karadeniz sahillerinin kültürel yapısını tanımlamak için
kullanılan en yaygın ifade Kolkhi terimidir. En az bin yıllık bir zamn
diliminde geçerliliğini koruyan bu terim, Bizans dönemiyle birlikte, yerini
Lazi terimine bırakmıştır. Her iki terimde tarihsel sürecin büyük bir
kısmında, birer kabile ismi olmanın ötesinde, bölgeyi bir bütün olarak ifade
eden tanımlamalar olarak da algılanmışlar ve o anlamda da kullanılmışlardır.
Aynı fonksiyonu ile günümüze ulaşan Laz teriminin, öncülü olan Kolkhi
teriminin yerini alması ve etnik bir terim olmanın ötesine geçip bölge
kültürünü ifade eden genel bir tanımlama haline dönüşmesi, yüzlerce yıllık
bir süreçte gerçekleşmiştir.
Antik kaynaklarca aktarılan son derece sağlam tarihsel kayıtlar ve
tanıklıklar, bu terminolojik dönüşümü net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Örneğin, MS 6. yüzyılda Doğu Karadeniz’i bizzat geçip, elde ettiği bilgileri
ve gözlemleri kaydeden Bizanslı tarihçi Agathias, bu durumu kesin bir dille
ifade etmektedir;
“... Lazika’da yerleşik olanlar, eskiden Kolkhiler olarak bilinirlerdi ve bu
Lazlar ile Kolkhilker de aynı halktır...” (Agathias, 2.18.4)
Aynı dönem bir başka Bizanslı yazar, Lydus da; yakın zamana kadar “Kolkhida”
olarak bilinen ülkenin, kendi döneminde “Lazika” olarak adlandırıldığını
yazar ve Lazlardan bahsederken, kendisi de “Kolkhi” terimini kullanmaktadır.
Geçmişi antik dönemlere dek uzanan bu terminolojik dönüşüm süreci, tarihsel
belgelerin ve tanıklıkların ışığında değerlendirildiğinde, yerli Doğu
Karadeniz kültürünün, özünde tamamen kendi coğrafyasına ait özgün ve otokton
bir kültür olduğu ortaya çıkmaktadır. Kendi yazılı geleneği olmayan ve bu
nedenle, yazılı tarih süreci oldukça geç sayılabilecek dönemlerde başlayan
Doğu Karadeniz Bölgesi, tarih öncesine ait bilinmiyenleri ve gizemleriyle
birlikte, kendi coğrafyasına özgü ortak ayırdedici özelliklerini ve
farklılıklarını günümüzde de bünyesinde barındırmaya devam etmektedir. Doğu
Karadeniz kültürünün bilimsel açıdan tahlil edilebilmesi, öncelikle bölgenin
tarihsel gelişim sürecinin gün ışığına çıkartılabilmesiyle mümkündür. Bu
sürecin aydınlatılması da ağırlıklı olarak, rivayetlerle yada söylencelere
dayanan varsayımlarla değil; doğrudan bölgeye ilişkin tanıklıklaarı aktaran
antik kaynaklar ve yazılı belgeler esas alınara gerçekleştirilmelidir.
URARTU KİTABELERİ
Doğu Karadeniz’de Kolkha isimli bir ülkenin varlığından söz eden en eski
yazılı belge, M.Ö. 764 yılında Urartu kralı olan, Sarduri 2’nin dönemine ait
bir kitabedir.
KOLKHA KRALLIĞI
Arkeolojik bulgular, Yunanlı tüccarların, yerli hakla alışveriş yapmak için
oluşturdukları geçici küçük Pazar yerleri dışında, bölgede gerçek anlamda
kalıcı ticaret kolonileri kurmalarının, çok daha geç dönemlerde
gerçekleştiğini göstermektedir. Geç bronz çağından sonraki zamanlarda da
uzunca bir süre coğrafi izolasyon nedeniyle, nispeten diğer kültürlerden
kopuk bir tarih süreci yaşayan Kolkha kültürü, oldukça geç sayılabilecek
dönemlerde dışa açılmaya başlamıştır.
Pers imparatoru Kyrus 2’nin MS 546 yılında gerçekleştirdiği Lidya seferi,nden
bahseden ve o çağlarda yaşayan kralların sahip oldukları zenginliklere
değinen Plinius, bu zengin krallar arasında Kolkha ülkesinin Saulak isimli
kralına da yer vermiştir:
“Aite’nin soyundan gelen Kolkhis kralı Saulak, Suani bölgesinde ve diğer
bölgelerde sahip olduğu el değmemiş geniş arazilerde, büyük miktarlarda
altın ve gümüş madeni elde etmişti. Onun krallığı ayrıca “Altın post”
nedeniyle de meşhurdu.” (Naturalis Historia.15)
MÖ 500 lü yılların sonuna doğru yazıldığı tahmin edilen, Hekateus’un
“Periegesis” isimli coğrafya eserinde de, Kolkha ülkesinden ve
Kolkhalılardan bahsedildiği bilinmektedir. Ancak, bu eserin günümüze
ulaşabilen parçalarında, Doğu Kardeniz sahillerinde, o yıllarda var olduğu
bilinen Trapezus kolonisi dışında, daha doğuda herhangi bir koloniden
bahsedilmemektedir.
MÖ 481 yılında Yunanistan seferine çıkan Pers kralı Kserkes’in
müttefiklerini sıralayan Herodot, bu sefere katılan bir Kolkha birliğinden
söz eder. Ona göre Kolkhalılar da, ağaçtan yapılmış migferleri, ham deriden
yapılmış küçük kalkanları, kısa mızrakları ve eğri kılıçları ile bu sefere
katılan kavimler arasında yer almışlardır.
HİPPOKRAT’IN PHASİS NOTLARI
Heredot’un çağdaşı olan Hippokrat ise, onun aksine, Phasis bölgesiyle ilgili
olark; duyumlarını ve tahminlerini değil, doğrudan kendi gözlemlerini
aktarmıştır. Phasis bölgesinin oldukça gerçeğe yakın coğrafi tasfirinin
yapıldığı bu çalışmada, bölge insanları ile ilgili gözlemler ve tasvir
edilen ortam, muhtemelen yazarın, bölgede sıtma gibi olduykça ciddi bir
salgın hastalığın koşullarına ve belirtilerine şahit olduğu göstermektedir.
XENOPHON’UN NOTLARI
Xenophon, Anabasis isimli eserinde, Doğu seferinden dönen bir Yunan
ordusunun, Doğu Anadolu’yu güneydewn kuzeye geçerek mö. 400 yılında
Karadenize ulaşmasını ve oradaki Yunan kolonilerinin yardımıyla Yunanistan’a
geri dönmesini anlatır. Tarihe “On binlerin dönüşü” olarak geçen bu seferin
tüm ayrıntılı kayıtları, bu sefere katılan Xenophon tarafından tutulmuştur.
Xenophon’un kendi gözlemlerine dayanan bu kayıtlar, yerli halkı Kokha
kültürüne mensup olan, ancak Kolkha krallığı sınırları dışında kalan,
bugünkü Trabzon bölgesine dair en eski ve en ayrıntılı tarihsel verileri
içerir. Yazarın bölgeye ilişkin gözlemlerinin son derece gerçekçi ve tutarlı
olması nedeniyle, bu çalışma, bölgeyle ilgili en güvenilir antik yazılı
kaynak niteliğini taşımaktadır.
PSEUDA-SKYLAX’IN COĞRAFYA NOTLARI
MÖ 335 yılına doğru, Pseudo Sklax tarafından hazırlanan bir coğrafya
kitabında da, Kolkha ülkesi ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Bu
kayıtlarda, daha kuzeydeki bazı Sarmatia kabilelerinin isimleri
sıralandıktan sonra, Kolkha sahilleri hakkında bilgiler verilir. Buna göre
sahilde kuzeyden güneye sırayla Dioskura (Sohumi), Gyneos (Oçamçire
yakınları) ve Phasis (Poti yakınları) isimi Yunan koloni kentleri ile Gyenos,
Kherobios, Khorsos, Arios ve Phasis isimli akarsular bulunur.
STRABON’UN NOTLARI
Çağının en önemli kitabını yazan Amasyalı Strabon, daha sonra yaptığı bazı
düzeltme ve eklemelerin dışında, büyük kısmını, en geç MÖ 5 yılına doğru
tamamladığı düşünülen bu eserinde, Doğu Karadeniz sahilleri ile ilgili
önemli bilgiler vermiştir. Strabon, Doğu Karadeniz’den bahsettiği bölümün
ilk kısmında, Kolkha’nın kuzeyindeki sahillerde yerleşik olan denizci
kabilelerin yaşam biçimleri ile ilgili ayrıntılı bilgiler verir;
“Kafkas dağlarının uzantısı olan, bu sarp ve dağlık sahil kesiminde,
kuzeyden güneye sırayla, Achaei, Zygi ve Heniokhi kabilelerinin toprakları
yer alır. Bu insanlar denizde korsanlık yaparak geçinirler. Onların
Yunanlılarca “Kamarae” olarak isimlendirilen küçük ve hafif tekneleri,
ortalama yirmibeş, en fazla otuz kişi alabilecek boyutlardadır.
Gerektiğinde bu tekneleri süratle bir araya toplayarak, korsan filoları
oluştururlar; ticari gemilere, ülkelere ve sahil kentlerine saldılar
düzenlerler, bu şekilde denizdeki hakimiyeti ellerinde tutarlar. Ve hatta
onlar bazen Kırım sahillerindeki topluluklarla işbirliği yaparak, dönüş
yolunda bu iskelelere ve Pazar yerlerine uğrarlar, erlde ettikleri
ganimetleri elden çıkararak, ihtiyaçlarını temin ederler. Memleketlerine
döndüklerinde ise, teknelerini sahilde bırakmayarak, omuzlarında karaya
çıkarırlar ve ormanların arasında yer alan barınaklarına götürürler. Yeni
bir sefere çıkacaklarında da, teknelerini tekrar sahile indiriler. Ve bu
sahillerde yerleşik kabilelerin tümü, her zaman bu tür korsanlıklarla
geçinirler, gece yada gündüz, adam kaçırma amacı ile ormanlık sahillerde
gizledikleri tekneleriyle pusuya yatarlar ve bu şekilde esir aldıkları
insanlar için hemen bir fidye tutarı düzenleyerek, onların yakınlarına haber
gönderirler.(...)
Bu insanların yaşam biçimi böyledir. Onlar, ‘asa taşıyanlar’ olarak
adlandırılan kabile şeflerine bağlıdırlar, ama ‘asa taşıyanların’
kendileride bir kralın yada tiranın tebasıdıré (Strabon 1.2.1213)
HENİOKHİLER
Ms 9 yılında Romanya’nın sahil kenti Köstence’ye sürgüne gönderilen ünlü
Latin şairi Ovidius; burada yaşadığı dönemde, dostlarına yazdığı manzum
mektupları”Karadeniz’denmektuplar” isimli eserinde toplanmıştır. Bunlardan
birinde MS 14 yılında dostu Albinovanus’a yazdığı bir mektupta Doğu
Kardenizli Heniokhia korsanlarından bahseder. Ovidius’a göre; Heniokhia
korsan gemileri, gemicilere büyük zararlar vermektedirler ve Doğu
Karadenizli korsanlar yalnız kendi bölgelerini değil, Batı Karadeniz’i de
tehdit etmektedirler.
Bu günkü Of ile Batum arasındaki sahil şeridinde egemen olan denici
Heniokhilerin bu küçük ülkesi, Kolkha krallığının bağımsızlığını
kaybetmesinden sonra da, bölgede küçük bir krallık olarak varlığını devam
ettirmiştir.
LAZİ KRALLIĞININ KURULUŞU
Phasis nehrinin kuzeyinde etkin olanLazi dereveyliği de, benzer şekilde Roma
imparatorluğunun desteğini arkasına alarak, Kolkha’nın merkezi bölgelerine
egemenlik alanını genişletmeye başlamış ve bir süre sonra yeni Kolkha
krallığı olarak ortaya çıkacak olan oluşumun temelleri de bu dönemde
atılmıştır. Sonraki çağlarda yaşamış olan Bizanslı Suidas, kayıtlarında, MS
17 yılında Roma imparatoru olan Hadrianus’un Dometianus isimli birini;
“Lazilerin ve tüm Kolkhalıların kralı” olarak tayin ettiğine dair bir bilgi
aktarmaktadır. Herhangi bir tanıklığa dayanmasa da, bu aktarma bilgi; Lazi
derebeylerinin önderliğinde birleşmekte olan Kolkha kabilelerinin, yeni bir
krallığın kurulması sürecinde, o sıralar en kudretli dönemini yaşayan, “dost
ve müttefik” Roma İmparatorluğunun hegemonyası altında olduklarını
göstermektedir.
GOTH İSTİLASI
Tarihçi Zosimus’un aktardığı bilgilere göre; MS 255 yılında Karadeniz’in
kuzeyindeki, Bosporan Krallığını istila eden Goth kabilelerinden Boraniler,
buradan sağladıkları gemiler ve rehberlerle birlikte Doğu Karadeniz
seferinew çıkarlar.İlk hedefleri Kolkha’nın kuzeyindeki bir Roma garnizonu
olan Pitius kentidir. Ancak burada büyük bir hezimete uğrarlar. Daha sonra,
Bosporanlardan aldıkları gemilerle tekrar bir donanma oluştururlar ve daha
hazırlıklı bir şekilde aynı bölgeye ikinci bir sefere çıkarlar. Bu kez, önce
meşhur Artemis tapınağının ve Kolkha kralı Aiet’in sarayının bulunduğu
Phasis bölgesine giderler. Gemilerini buraya demirleyen Boraniler, burada
bulunan tapınağı yağmalamak için başarısız bir girişimde bulunurlar ve
ardından da tekrar kuzeydeki Pitius kentine yönelirler...
Yaz aylarında, ele geçirdikleri tutsaklarıyla birlikte Pitius kentinde
konaklayan Boraniler, bir süre sonra da donanmalarıyla birlikte Trapezus’da
önlem olarak, kentteki garnizona, dışarıdan on bin askerlik bir takviye
alınmıştı. Zosimus’a göre, alınan tüm tedbirlere rağmen, Boranilerin
saldırısı, Trapezus için tam anlamıyla bir felaket olmuştur.
LAZ KRALLIĞININ YÜKSELİŞİ
Laz krallığının yükseliş devri, Roma İmparatorluğu’nun Diocletianus
döneminin ardından bölünme sürecine girişiyle aynı yıllara denk düşmektedir.
İç sorunlarla vede özellikle de toplumsal bir tehdit haline gelmiş olan
Hristiyanlıkla mücadele eden Romalılar açısından, Doğu Karadenizdeki ticari
ve askeri çıkarlar ikinci plana düşmüştür. Muhtemelen bu durumdan yararlanan
Lazi krallığı, bu dönemde oldukça güçlenmiş ve eski Kolkha krallığı’nın
tarihsel toprakları üzerinde kalıcı bir egemenlik kurmuştur...
PROKOPİUS’UN SEYEHAT NOTLARI
Prokopius, MS 550’lerin ilk yıllarına ait gelişmeleri aktardığı,
sekizincikitabının büyük kısmını da, Doğu Karadeniz’ e ve Lazika
savaşları’na ayırmıştır. Bu kitabının ilk bölümlerinden biri, muhtemelen,
gemi ile Trapezus’tan Lazika’ya doğru giderken, sahil boyunca tuttuğu
notlara dayanmaktadır.
“... Buradan Trapezunt bölgesinden Susurmena( Sürmene) köyüne ve Rize
denilen yere varılırki, burası Trapezount’dan sahilde Lazika istikametine
doğru, iki günlük mesafededir.(...)Trapezunt civarındaki tüm köylerde
üretilern ballar, oldukça serttir... Bu bölgenin sağ tarafında, yukarıda,
Tzanika’nın dağları yükselir, ve onların arkasında da Ermeniler yer alır ki,
bunlar Bizanslılara bağlıdırlar...” (Prokopius 8.ii.35).
*Aynı isimli kitaptan kısa alıntılar
|