Eteğinde kapıkırı Köyünün ve ilk çağ
kenti kalıntılarının bulunduğu Latmos/Beşparmak dağının,
mitolojideki endimion öyküsü dolayısı ile çok büyük bir ünü
var. Hikaye şöyle!
Çoban Endimion, bu yöreden, yakışıklı bir delikanlıymış. Baş tanrı Zeus onu
severmiş; bu yüzden ona benden ne istersen dile geçekleştireyim demiş.
Endimion, bu dağın üzerinde sonsuza dek uyumayı dilemiş, dileği yerine
getirilmiş. Böylece Latmos Dağında sonsuz uykusunu uyurken, ay tanrıça
selene onun güzelliğine vurulmuş; tanrılar için göç zorunluluğu ya da
geleneği olmadığından geceleri gelip onunla sevişirmiş...
Bu
kadar güzel bir efsaneye, mitolojik bir anlatıma sahip olan bu topraklar ne
yazık ki çok iyi bilinmiyor ve tanınmıyor.
Ah çevreyolu ah.... Sen gölün yanından bir yılan gibi kıvrılarak İzmir
yönünden gelenleri Bodrum’a aktarıyorsun, Bodrum’dan gelenleri yine göle
teğet geçirerek İzmir’e bırakıyorsun.
Yaz aylarında dolup taşan Bodrum’dan arabayla sadece 45 dakika uzaklıkta
bulunan Bafa Gölü, Kapıkırı köyü ve antik kent Heraklia öylesine güzellikler
saklıyor ki burayı yalnızca bilenler, kalabalıktan kaçmak için tercih
ediyor.
Kapıkırı köyünün etrafını saran antik kentin adı Heraklia.
Heraklia
bir dönemin en önemli liman ve ticaret merkeziymiş. Tabi meandros( Büyük
menderes) ırmağı alivyonları ile o zaman ki Latmos körfezini doldurarak,
Bafa Gölünü meydana getirinceye kadar. Büyük bir limana sahip göl
kıyısındaki Heraklia zamanla önemini yitirerek terk edilmiş.
Kent altın çağını Karia Kralı Mausollos döneminde İ.Ö 4 yüzyılın ortası
yaklaşırken yaşamış. O yüzyılın en yüksek uygarlığı Hellen’lerde olduğu
için; kendi halkını çağdaş uygarlık düzeyine yükselmek amacıyla Karia’yı
Hellenleştirme politıkası uygulayan Mousollos, Latmos kentini Helen kentleri
örneğine göre düzenlemiş. Bugün de çoğu bölümü ayakta duran surları
yaptırmış. Kralın ölümünden yirmi sene sonra bu surlar Makedonyalı
İskender’in ordularına dayanamamış ve düşmüş.
Terk edilen şehri Bizans döneminde daha çok din adamları tercih etmiş ve
çevresine pekçok manastır ve kale inşaa etmiş.
Bugün Heraklia ve Kapıkırı köyü nerdeyse bir bütün. İç içe geçmiş yapılar
göze çarpıyor. Bölge bir milli park , sit alanı haline getirildiği için daha
fazla genişlemesi ya da büyümesi gibi bir ihtimal yok. Bu önlemler
Heraklia’nın zarar görmesine engel olacak gibi görünüyor.
Köyün etrafını belki de görebileceğiniz en yaşlı zeytin ağaçları çevreliyor.
Köy geçimini zeytincilik, çiftçilik, arıcılık ve balıkçılıktan sağlıyor.
Tek tük turistte geliyor Kapıkırı köyüne ama çoğunluğunu yabancılar
oluşturuyor bu gezginleri. Bu yüzden köy kahvesinin önüne park edebilirsiniz
yazısı bile ingilizce.
Bu küçük turist akını yavaş yavaş bir başka geçim kapısı açmış köye.
Sayıları çok azalmış balıkçı teknelerinden biri ile bafa gölüne açılıyoruz.
Göl çok dalgalı. Denizden koparak bir göl haline gelmiş olsada Bafa, Ege ve
Akdeniz’in öğleden sonra dalgalanma geleneğini onlarla birlikte devam
ettiriyor.
Göl
çalkalandıkça kızıla çalan kahverengine bürünüyor. Ve şeritler halinde akan
köpük dalgaları sarıyor teknenin etrafını. Bu ilk bakışta ciddi anlamda bir
kirliliğin işareti gibi geliyor bizlere.
Fakat bizi teknesine davet eden Şahin’e göre suya bu rengi veren şey yüksek
oranda plankton. Yaz aylarında ısınan su planktonların gelişimi için çok
uygun bir zemin hazırlıyor. Tabi Bafa gölüne hem zehir hem hayat veren
Menderes ırmağının da artık göle akmayışı da bu konuda çok önemli bir etmen.
Hem zehir hem hayat geliyor menderesten çünkü ırmağın göle aktığı dönemlerde
denize ulaşan deltadan Bafa gölüne hem balık sürüleri hem yumurtalar akıyor.
Oysa madolyonun bir de öteki yüzü var tabii. İzmir sanayisinin zehirli
atıkları da bu yolla karışabiliyor Bafa gölü’ne. Ama balıkçılar menderes’in
sularının eskisi gibi yükselerek yeniden göle akmasını istiyor haklı olarak.
Çünkü göldeki balık oranı giderek düşmekte.
Bafa
Gölü’nün suyu sizin de tahmin edebileceğiniz gbi tatlı değil. Fakat tuz
oranı da her yer de aynı değil. Bu yüzden gölün çeşitli bölgelerinde farklı
cins balık avlanabiliyor. Çeşitli tatlı su balıklarının yanı sıra Bafa
Gölü’nden Çupra, levrek ve mavraki adı verilen iri kefaller
yakalanılabiliyor. Şahin levrek gibi son derece zeki balıkların kıyıdan
serpme ağlalarla yakalandığı dönemleri hatırlıyor.
Kapıkırı’da hemen herkesin anlatığına göre Son dönemlerde Heraklia ve
Bafa’yı yine tarihinde olduğu gibi bir liman kentine çevirebilmek için
çeşitli projeler düşünülüyormuş. Gölü bir kanal vasıtasıyla yeniden denizle
buluşturma planları kuruluyormuş. Bu sayede göl kendi kendini
temizleyebilecek ve yat turizmi için de doğal bir liman haline gelebiecekmiş...
Oysa bu varsayım bugün gölü kendilerine bir konaklama bölgesi ya da ev
olarak benimsemiş ender bulunan kuş türlerinin bölgeyi terk etmesi anlamına
geliyor.
Ağustostan eylül sonuna kadar Bafa’ya açıldığınızda doğal ortamlarında
pelikan ya da pembe flamingoları görebilme imkanına sahipsiniz...
Teknemizin gürültüsünden ürkerek havalanmaya başlayan flamingoları herhalde
hiç bir zaman unutamayacağız...
Burası
gerçek anlamda bir kuş cenneti. Ama ne yazık ki hemen hemen her yerde
rastladığımız mermi kovanları Bafa Gölü’nün de aynı Manyas ya da Uluabat
gölünde olduğu gibi yeterince korunamadığını kanıtlıyor. Ne yazık ki Bafa
Gölünde avcılık için değil sadece öldürmek için kuşlar hedef alınıyor çünkü
ne pelikan ne de flamingo bir av hayvanı değil.
Labranda antik yerleşim yeri. Milas’a sadece 14 kilometre uzaklıkta. Adını
Zeus’un sembolü olan çift başlı balta(Librit) ‘ten alan kent. Karya
uygarlığı için önemli bir merkez olmuş. Ama labranda, Heraklia gibi bir
liman kenti olduğu için önemli sayılmamış tarih sayfalarında. Büyük bir
savaş sonrası Karya’lıların buluşma ve yeniden toparlanma noktası olmuş...
Herodot, Miletos halkı önderliğindeki Batı Anadolu Ayaklanmasına katılan
Karia’lılar üzerine İran İmparatorluğu ordusu gönderilince olan biteni şöyle
anlatıyor.
Persliler geldiler ve ırmağı geçtiler. Karyalılar kavgaya Marsyas (Çine
Çayı) kıyılarında tutuştular. Yiğitçe dövüştüler ve uzun süre dayandılar,
ama sonunda sayı çoklu karşısında ezildiler. Persliler savaş alanına
yaklaşık olarak 2000 kişi Karyalılar 10 bin kişi bıraktılar.
Sağ kalanlar Labranda’da çınar ağaçları ile kaplı büyük kutsal ormanın
ortasındaki ordular tanrısı Zeus kutsal alanında toplandılar. Bizim
bildiğimiz yalnızca Karia’lılar tanır ordular tanrısı Zeus’u.
Burada toplanıp kurtuluş yolu aramaya çalışıyorlardı.... Onlar böyle
görüşürlerken yardıma koşan Miletos’lularla müttefikleri çıkageldiler.Bu
yardım karşısında Karia’lılar yeni bir savaşla talihlerini denemeye karar
verdiler. Üzerlerine gelen Pers’lerle tutuştular ve öncekinden daha ağır bir
yenilgiye uğradılar....
Bir de çeşmelerinde akan kaynak suları meşhurmuş Labranda’nın. Bugün antik
kentin çeşmelerinden sular akmıyor artık. Hatta şehir kertenkeleler için
doğal bir akvaryum haline gelmiş bile. Ama bu antik suyun kaynağı hala var.
Muğla ve çevresine bu antik şehrin adı ile şişelenerek dağıtımı yapılıyor.
Bundan yaklaşık 30 sene önce Bodrum’a tatile gidenler veya dönenler Milas’ın
içinden geçerler; Milas parkında otururlar çaylarını yudumlarlar, tarih
kokan milas’ın geziliğ görülecek yerlerine giderlerdi. Oysa yapılan çevre
yolu, her geçen sene giderek artan turistleri Milas’tan uzaklaştırdı ve
unutturdu.
Bundan 3500 yıl önce Karya uygarlığına başkentlik yapmış Milas pek çok
tarihi ve doğal güzelliği bünyesinde tutuyor.
Bugünkü
Milas’ı oluşturan şehir antik şehrin üzerine kurulmuş. Kafanızı nereye
çevirirseniz çevirin mutlaka helen yapılarına rastlıyorsunuz.
Burası Milaslıların baltalı kapı diye adlandırdıkları bir yer. Zeus’un
simgesi çift ağızlı balta sembolünden alıyor kapı adını. Şehir surlarından
geri pek bir şey kalmamış.
Milas’ta belediye binasının bulunduğu tepenin yamacında, evler arasında, dar
bir sokağın üst yanında güzel bir dayanak duvarı ile, bunun üstünde günümüze
kadar kalmış korint sitili bir sütun göze çarpıyor.
Roma egemenliği çağı işçiliğinin özelliklerini gösteren bu kalıntılar. Orada
bulunan bir yazıttan anlaşıldığı kadarı ile bir Zeus tapınağına ait.
Bu görkemli anıt mezar ise nerdeyse Milas’ın simgesi haline gelen bir yapıt.
Bugün gümüş kesen diye bilinen bir parkın tam ortasında yer alıyor. Karia
krallarından Masolos’un babası Hekatomnos için yapılmış olabileceği
düşünülüyor.
Eğer bu bölgeye yapacağınız gezi sırasında antik tarihten sıkılırsanız.
Hemen kendinizi Milas’ın ara sokaklarının içersine atın. İki katlı
birbirinden renkli evler ruhunuzu okşayacak.
Şu anda içinde bulunduğumuz mahalle gerçek adıyla Hoca Behettin mahallesi.
.Ama halk arasında Yahudi mahallesi olarak biliniyor .Bunun nedeni daha önce
burda 1900'lü yılların başında çok sayıda yahudi ailenin yaşıyor olmasıymış.
Milasta asrın başında 300 ailenin olduğu söyleniyor tarihçiler tarafından.
Bu yahudiler milasta zanaatle ve ticaretle uğraşırlarmış.Örneğin el
sanatları bakırcılık,tenekecilik,kuyumculuk özellikle bunlarda
yaygındı.Tütüncülük zeytinyağ ticaretini hep onlar yapıyordu. Milasın
ticareti genelde onların elindeymiş.
Tabi yahudi kadınlarda terzilik meşhurmuş. Milastaki kadınlara, bu işle
uğraşan kişilere de bu mesleği öğreten onlarmış.
Milas’ta yaşayan musevi vatandaşlarımız birer birer göç etmişler. Kimisi
Mersin’e kimisi İzmir’e kimisi amerikaya.
Milas’ta o dönemlerin kanıtı halinde kalan musevi mezarlığı ise harap halde.
Karia anıt mezarının hemen karşındaki bir tepeye kurulmuş olan mezarlığın
etrafı belediye başkanı Fevzi Topuz’un çabalarıyla tellerle çevrilerek
korunma altına alınmış. Zaman zaman Amerika’dan bile ziyaretçiler geliyor.
Sadece antik dönemlere ait tarihi eserleri ile değil, yakın geçmişindeki
renkli hayatı ile Milas ilgi bekliyor. İlçe turistleri tatmin edebilecek
konaklama imkanlarına sahip değil. Ama bu imkanlara sahip yerleşim yerlerine
çok yakın. Neden bir gün tatile giderken Milas’ın içersinden geçmeyi
düşünmüyorsunuz?.
|