ASKLEPİON
Ölümün Yasaklandığı, Vasiyetnamelerin Açılmadığı Yer
Antik çağlarda Yunan halkı ölümden
sonraki yaşamı hep yerin altında karanlıklar içinde düşünmüş,
ve bu yaşama hep soğuk bakmıştır. Ölüm öncesi yaşama sıkı sıkı
bağlanıp, ölümden sonrasına hep üstün tutmuşdur. Bu yüzden
gerek Anadolu gerekse Yunanistan hep tiyatrolarla,
stadyumlarla ve hamamlarla doludur. Oysa Mısır tam bir
mezarlıklar ülkesidir. Yaşamın vazgeçilmez kaynağı sağlık da
unutulmamış, pek çok değişik yerlerde sağlık için tesisler
yapılmıştır. Ünü günümüze kadar ulaşan Bergamanın Asklepionu
(Asklepieion) da sağlık alanında hizmet vermiştir.
Günümüz Bergamasının önemli tarihsel ve gezmesel yeri, antik
Pergamonun sağlık yurdu Asklepionun kuruluşu İÖ 4. yüzyıla
dayanır. Yapılan kazılar Asklepion, Asklepion olmazdan önce
yine aynı yerde başka bir yerleşimin olduğu sonucunu
çıkarmıştır. Sağlık ve doktorluk tanrısı Asklepios için adanan
bu tapım merkezi, olasılıkla, Anadoluda sıkca karşılaşıldığı
gibi, başka bir tapım merkezinin üzerine kurulmuştu.
Asklepionun işlevi, barındırdığı yapıları, söylenceleri ve
ünlü Bergamalı hekim Galenosu görmeden önce, Asklepiona
adını veren, eski Yunanın ve Romanın sağlık tanrısı olan
Asklepiosu tanımak gerekir.
Asklepios Kİmdİr?
Sağlık
tanrısı Asklepios yılanlı asası ile birlikte Sağlık tanrısı
Asklepios, Yunan söylencelerinde Apollonun oğlu olarak geçer.
Şiddet ve aldatmacanın yoğun olduğu söylenceye göre Teselya
kralının kızı Koronis tanrı Apollon ile sevişir ve ondan gebe
kalır. Ne var ki tanrının dölünü karnında taşırken Arkadyadan
gelen bir yabancıyı da yatağına alır. Bu haberi tanrıya kutsal
kuşu haber verir. Koronis korkunç bir cezaya çarptırılır. Bir
odun yığının üstünde diri diri yanacaktır. Alevler içinde
kadın can vermek üzeredir ki Apollon, çocuğun yok olmasına
katlanamaz ve ölünün karnından dölünü çıkarır. Çocuğun
büyümesi için at adam Kheirona verir. Bu olay hekim tanrının
son anda kurtarıcı olarak yetişmesinin simgesidir. Asklepios'a,
hekimlik sanatını öğreten Kheiron doğanın içinde yaşayan,
doğanın sırrına ermiş bir varlıktır. Sağlığın kaynağı da
doğada olduğuna göre Khereonun açık havada, güneşin altında
şifalı sulardan ve otlardan yararlanma yollarını bilmesi de
gerçek olarak ortaya çıkmaktadır.
Asklepios böylece usta bir hekim olarak yetişir, hekimliği ve
cerrahlığın bütün bilgilerini edinir. Daha öteye gider,
ölüleri bile diriltmeye varır. Bunun sırrını efsane şöyle
açıklar: Tanrıça Athena, Gorgo canavarı öldüğü zaman
bedeninden akan kanı toplamış ve Asklepios'a vermiştir.
Gorgo'nun sağ tarafındaki damarlarda zehirli, sol tarafındaki
damarlarda şifalı kan varmış. Bu şifalı kanla ölüleri
diriltmek yoluna gitmiş ve dirilttiği adamlar arasında
Kapaneus, Lykurgos, Minos'un oğlu Glavkos ve Theseus'un oğlu
Hippolytos da varmış. Zeus doğal düzeni bozan bu hekim
tanrının aşırı gücünden kuşku duymaya başlamış, onu
cezalandırmak için üstüne bir yıldırım salmış, yakıp yok
etmiş, ama Apollon da oğlunun öcünü almış, Zeus'a yıldırımı
bağışlayan Kiklop'ları (Kyklop) öldürmüş, sonra da oğlu
Asklepios'u gökte burçlar arasına yerleştirmiş.
Asklepios'un yok oluşundan sonra hekimlik sanatını kızı Hijye
(Hygieia, Yunanca sağlık anlamına gelir) ve oğulları
Asklepiades sıkı bir lonca düzeni içinde sürdürmüşlerdir.
İlkçağ sonuna dek gelen bu gelenek içinde tüm hekimler bu
efsaneye bürünmüş olarak çıkarlar karşımıza. Örneğin
Hippokrates'in yaşam öyküsünün ne kadan gerçek, ne kadarı
masal bilinmez bugün.
Asklepios adına yaptırılan tapınakların bulunduğu yerlerde
kurulan sağlık yurtlarının en ünlüleri Peloponnes'teki
Epidavros (Epidauros), Hippokratesin görev yaptığı, Gökova
Körfezi'nin ağzındaki Kos Adası (İstanköy) ve Bergamadır.
Asklepios'un sembolleri arasında; yılan, tas, asa, köpek ve
horoz görülür. Asklepios heykellerinde sakallı (sikkeler
üzerinde sakalsız) elinde yılan sarısı asa, büyük ve sade
harmaniye, ayağında büyük sandallar ile görülür.
Asklepion'un Tarihçesi
Bergama Asklepion'u M.Ö IV. yüzyılda
kurulmuştur. Asklepios'un tapımı (kültü) hastaları iyileştiren
tanrılığa yükselince M.Ö. IV. yüzyılda Yunanistan'da
Epidavros'daki asıl kutsal yeri Bergamaya getirilmiştir. Bu
işi başaran Bergama'lı Aristohminosun oğlu Arkiasdır. Arkias,
Pindasos (Madra Dağı) sırtlarında avlanırken bir tarafı
kırılmıştı. Bu zengin adam Epidavrosdaki Asklepiona gitmiş
ve orada az zamanda iyi olmuştur. Dönüşünde vatandaşlarına
hizmet olsun diye bakım işlerini gören asklepiyatlardan bir
kaçını Bergama ya getirmişti.
Böylece ilk tapınak Ayvazali yöresinde kutsal çeşme ile onun
yanındaki kayalık alanda kurulmuş oluyordu. Başlangıçtan beri
bu kutsal bölge adım adım genişletilmiştir. M.Ö. IV. yüzyılda
büyük alanda bulunan kaya ve temeller üstünde genişletilmiş
olan Asklepion kutsal yol boyundaki anıt-mezarlarda klasik
kültür bakımından özel bir durum taşıyordu.
MÖ 280 - 133 Bergama Krallağı döneminde akropol ve kent gibi
Asklepion da geniş ölçüde kalkınma ve yükselme içine girmişti.
Özellikle mermer işçiliğin değerli yapıtları ile süslenmiştir:
MÖ 218 de Büyük İskender'in hazinesi yüzünden Suriye kralı III.Antiokhos
ordularını, Bergama kralı I. Attalos üzerine göndermişti.
Bergamaya kadar gelebilen bu ordu, akropolü kuşattı ve kenti
yakıp yıktı. Asklepion ise çok az zararlı çıkmıştı.
MÖ 201 de Makedonya kralı V. Filip, akropolü zaptedemeyince
kenti yakıp yıktı ve Asklepiona da zarar vermişti.
MÖ 183-173 yılları arasında Bergama kenti bayındırlık
aşamasına geçerken Asklepion da gözden geçirilmiş ve
genişletilmiştir. Bu dönemdeki plana göre yer kazanmak için
güney eğimli alan destek duvarlarıyla kapatılmış ve bir dehliz
oluşturulmuştur. İon düzenindeki mermer tapınak kayalıklar
üstünde yükselmiş, tedavi salonları kurulmuştur. Kutsal su
için taş çeşme ve havuz yapılmıştır.
MÖ 156 da Bergamaya Bitinya kralı II. Prusias saldırmış,
kenti kuşatmasına karşın alamayınca aşağı kenti ve Asklepion'u
yağmalamış, tüm heykel ve sanat ürünlerini alıp ülkesine
götürürken Asklepios heykelini de unutmamıştır.
Bergama kralı III. Attalos zamanında sağlık tanrısı ile kral
arasındaki sınıf ayırımı kaldırılmış ve Asklepios'un sağlık
yurduna Kral kutsal yeri denmiştir. Kralın heykeli, tanrı
heykelinin yanına dikildi ve adlarına kurban kesilmeye
başlandı.
MÖ 133 yılı Bergama Tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bergama
Roma güdümü girerken, Asklepion görevini sürdürüyor olmasına
karşın bir çok sarsıntılar geçirecektir. MÖ I. yüzyılın
başlarında Pontus kralı Mithridates, Bergamaya değin bir
kurtarma savaşına girmiştir. Bu ordu Bergamaya geldiği zaman
80.000 Romalının canına girmişti. Bergama'daki Romalılar
sığınmak amacıyla Asklepios Kutsal Alanı'na koşmuşlar, fakat
tanrının heykellerine sarılırlarken insafsızca katledildiler.
Sulla'nın Romalı asi komutanı Fimbria ve arkadaşları
Asklepion'a kaçmışlardı. Aristonikos'un adamları tarafından
sığındıkları yerde yakalanıp öldürüldüler (MÖ 85).
Kuruluşundan beri kutsal yurda verilen sığınma hakkı ilk kez
bozuluyordu. Ancak bu hak Anadolu prokonsülü tarafından tekrar
kabül olundu. Bu tarihlerde Asklepion gerilemeye yüz
tutmuştur. Bunun nedeni de Roma ordularının Anadoludaki
savaşları yüzündendir. 150 yıl kadar basılan paralarda
Asklepios'un başı ve yılanlı heykeli görülmemektedir.
Bununla birlikte MÖ I. yüzyılın başında olduğu gibi ikinci
yansında da Asklepion önem ve özelliğinden bir şey
yitirmemişti. Jimnas başkanlığını yürütmesi ve sığınma hakkını
sürdürmesi ile bu önem anlalışmaktadır.
Asklepion'un Roma imparatorluğu zamanında yeni bir yükselme
dönemine girdiği gözlenmektedir. Trayan, Hadriyan ve Karakalla
ile bunu simgeleyebiliriz. Antaninus Pius zamanında (MS
138-161), Asklepion iki kat bir genişleme gösterir. Bu
genişleme sırasında koridor, havuz ve tedavi bölümleri
kazandırılmıştır. II. yüzyıl ortasında söylevci Aristides (Aristid)
Bergamaya gelmiş, bir çok hastalıkları için Asklepionda
tedavi olmak istemiş ve 4-5 yıl içinde tam sağlığına kavuşan
Aristides: "Tüm sağlığımı, Asklepios sana borçluyum, sana
gizemsi bir aşkla bağlıyım" demektedir. Aslında Asklepion
hakkındaki bilgilerimizin çoğu bu bilge kişinin yazdıklarına
dayanır.
Asklepionun bu son parlak dönemi de çok uzun sürmedi.
İmparator Decius zamanında (249-251) üç hristiyanın
Asklepion'un yakınındaki tiyatroda parçalanması, Bergamada
derin yankılar uyandırmıştır. Yeni dine karşı gösterilen bu
şiddet, inanç ve duygular üzerinde büyük tepki gösterecektir
kuşkusuz. Hemen bunun arkasından gelen İmparator I. Valerius
(253-260) zamanındaki büyük deprem kenti ve Asklepionu büyük
ölçüde yıkıma uğrattı. Yeni dinin baskısı ve depremlerin doğal
yıkımı Asklepion'u bir daha ayağa kalkmamak üzere yere
sermişti. Bu imparatorun ilk günlerinde basılan paralarda
görülen Asklepios görüntüleri de son simgeler olarak
kalmaktadır.
Hristiyanlık Bergama'da kök salmakta geçikmedi ve izleri
Asklepion'da da bıraktı. Asklepios tapınağının bu dönemde
kilise olarak kullanıldığı, ortasında duran mermer kürsü
altlıktan ve anıtsal kapı (propilon, propylon) yanında bulunan
vaftiz yerinden anlaşılmaktadır.
Küçük koridorun tapınağa bitişik yerindeki odacıklar, güney
koridorun mahzenindeki sıva üstündeki haç ve havuz ile su
deposu yapılan bodrumdaki sıvalar hep Bizans dönemi
kalıntılarıdır.
Asklepion tapınağının içindeki kilise kürsüsü yanında bulunan
bir mezardan çıkan kemikler arasındaki paradan, mezarın XV.
yüzyıldan kalma olduğu saptanmaktadır. Ölümün yasaklandığı
Asklepion artık mezar gibi kullanılmaktadır. XIV. yüzyılda
Bergama, Osmanlı Türklerinin eline geçtiği zaman Asklepion
tepeden inen sellerin yığdığı kalın bir toprak tabakasıyla
örtülmüştü.
Asklepİonda Kazİlar
Asklepionda ilk kazılar, 1927 yılında
başlamıştır. Alman kazı kurulu başkanı Wiegand Asklepion'un
yerini saptamış ve 1928 den sonra Asklepion ortaya çıkarılmaya
başlanmıştır. İlk buluntular arasında kuzey koridor kolonları
yerleştirilmiş ve tiyatronun birinci bölümünün onarımı
yapılmıştır. Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğünün
yardımları ile Basın-Yayın Genel Müdürlüğü Turizm bütçesinden
destek ile Bergama Müze Müdürü Osman Bayatlı Asklepion'un
onanrımı, 20 kadar sütunun dikimi ve küçük tiyatronun doğuşunu
hazırlamışlardır.
1958
yılında Alman arkeologlar kutsal alanın orta kesiminde yeniden
çalışmaya başladılar. Bu kazılar çeşitli yenilikler
sunmaktadırlar. Hellenistik uyku odalarının altında, üstteki
kuzey-güney yönlendirmeden farklı olarak, eğik bir biçimde
uzanan duvarlara rastlanmıştır; işçilik, duvarların en geç
İ.Ö. 4. yüzyıl başlarında örüldüğünü göstermektedir. Gerek söz
konusu duvarlar, gerekse bir birtakım arkaik figürinler ve
yakında bulunup, çok erken bir döneme tarihlenen bir keramik
parçası, İ.Ö. 4. yüzyılda kurulan Asklepion'dan önce burada
yerleşildiğine işaret eder. Çevrede ele geçmiş bazı pişmiş
toprak figürinlerin oturan bir kadını betimlemesi nedeniyle,
kazıcılar burada bir tanrıça kültünün bulunduğunu ileri
sürmüşlerdir. Ne ki, figürinler daha geç bir döneme aittir. Bu
durumda eski kültün (eğer gerçekten eski bir kült var ise),
Asklepios kültünün yanı başında yaşatıldığı anlaşılır. Sorun
henüz tam anlamıyla çözümlenememiştir.
1969-1971 yılları arasında Oscar Ziegenaus yönetiminde
Asklepios Tapınağı kazıları tamamlandı.
Asklepİonun Konumu
Asklepion'un yeri; kentin batı kesiminde,
denizden 108 metre yükseklikte ve rüzgarlardan korunabilir bir
yerdedir. Örneğin Aristides buranın konumu için; su ve
havasının iyiliğinden gelişi güzel seçilmiş olmayıp gizemsel
bir seçim olduğunu belirtir.
Bergamalı ünlü hekim Galenos ise; Asklepion'un Misi
Dağlarının (Geyikli) ayaklarında, hava akımlarından korunmuş,
temiz havası ve suyu olan uygun bir yerde kurulduğunu
vurgular.
Ozan ve tarihçi Horas ise; oraya sıcaklar sıtma götürmez,
orada vasiyetnameler açılmaz diyerek önemini dile getirir.
Kazılar sonucu gün ışığına çıkarılan Asklepion'un bugün
gördüğümüz kalıntıları büyük oranda İ.S. 2. yüzyılda
gerçekleştirilen geniş çaplı yenilemeye aittir. Bunun
öncesinden kalanlar ise kutsal alanın esas çekirdeğini
oluştururlar: Kutsal kuyu, tapınağın ve onun batısı ile
güneyinde yer alan uyku odalarının temelleri. Bugün
gördüklerimizin çoğu Aelius Aristides'in zamanında inşa
edilmiştir. Ne yazık, onun sözünü ettiği yapılar genellikle
günümüze erişmemiştir. Yine de kutsal alandaki ilk yerleşmenin
Arkaik Dönem'e, hatta Bronz Çağ'a gittiği anlaşılmaktadır.
Yunan tanrısı Asklepios'un kültü olasılıkla daha eski ve yerli
bir kutsal alan üzerine kurulmuştur.
Kutsal Yol (Via tecta)
Viran Kapıdan başlayıp Asklepionu
Bergamaya bağlayan yol.. Kazılarla önemli bir kısmı açığa
çıkarılan kutsal yol, anıtsal kapının önündeki avluya eğik bir
şekilde kavuşur.
Anıtsal Kapı
(Propilon, Propylon) Kutsal alana, kutsal
yol üzerinden girişlerin yapıldığı ana kapı.
Kütüphane:
Anıtsal kapıdan geçtikten sonra hemen
sağda, yani kuzeyde, kütüphane yer alır. Kütüphane,
duvarlarında nişler bulunan kare biçimli tek bir odadan
ibarettir. Doğu kenardaki orta nişi, bilimsel çalışmaları
koruması nedeniyle kütüphanenin adandığı İmparator Hadriyan'ın
(Hadrianus) heykeli süsler. Hadriyan ayrıca Asklepion'un
bütününde yapılan yeniliklerden ve onun Yunan dünyasındaki en
ünlü tapınaklar arasına yükselmesinden de sorumludur. Okuma
için gerekli ışık, nişlerin üzerindeki bir sıra pencere ile
sağlanmıştır. Kütüphane bir tıp kitaplığı sayılmamalıdır;
tersine hastaların hizmetine sunulmuş klasik yapıtları
kapsayan bir koleksiyondur. Hadriyan heykeli ve belki yapının
tümü Flavia Melitine adlı bir kadın tarafından adanmıştır.
Zeus-Asklepios Tapınağı
Anıtsal kapının öbür yanında yuvarlak
Zeus-Asklepios Tapınağı yer alır. Mevcut kutsal alanın baş
tapınağı olan yapıdan yalnızca en alttaki taş sırasının
kalmasına karşın, duvar örgüsündeki ustalık gözden kaçmaz.
Tapınağın arkasında, doğu yanda bir merdiven dışarıdan çatıya
ulaşıyordu ve olasılıkla onarım işlerine yönelikti. Ön cephede
ise, soldaki anıtsal kapıdan kutsal alana inen merdivenleri
bakışımlı bir biçimde dengeleyen ikinci bir merdiven vardı.
Burada Asklepios'un Zeus ile bağdaştırılırması, Aristides'e
göre üzerinde durulması gereken bir durumdu. Ünlü hatip,
Asklepios'un tıpkı Zeus gibi yüce, çok yönlü ve her şeyi saran
bir güce sahip olduğunu anlatmıştır. Onun kendi girişimleriyle
düzenlediği bir koro gösterisi onuruna, bir üç ayaklı kazan
adadığı tapınak da yine burasıdır. Kazanın üç ayağı da birer
altın figürle bezenmişti: Birinde Asklepios, öbüründe Hijye,
sonuncusunda da Telesforos (Telesphoros) figürü vardı. Adak,
Asklepios heykelinin sağ elinin altına yerleştirilmişti.
Sağlığı ifade eden Hijye ve Gerçekleştirici anlamına gelen
Telesforos Asklepios'un çevresindeki ikincil tanrılardı.
Stoalar
Kutsal alan kuzey, batı ve güney
yanlarında stoalar ile çevrelenmişti. Bu sütunlu galeriler
Yunan sivil mimarisinin vazgeçilmez öğelerindendir; insanları
yazın güneşten, kışın yağmurdan korurlardı. Pergamon
Asklepion'unda en iyi korunagelen stoa kuzeydekidir. Kazı
sonrasında, bu kesimdeki sütunlar yeniden ayağa
kaldırılmıştır. Kuzey stoa sütunları İon düzenindedir. Yalnız
kütüphane tarafindaki son on sütun bir depremde yıkılmış ve
yerlerine postament üzerine oturtulmuş, kompozit başlıklı
sütunlar dikilmiştir - kompozit tip, İon sütun başlığına özgü
volüt ile Korint başlığındaki akanthus yapraklarını
birleştirir.
Kalıntı bırakmamasına karşın, batı stoanın kuzeydekine
benzediği anlaşılır. Tam ortasındaki kapı ve basamaklar, başka
bir stoaya giriş sağlamıştır. 120 m. uzunluğunda ve Dor
düzenindeki bu stoanın gerisinde bir dizi mekân, önünde ise
Aristides'in de değindiği, jimnazyum (gymnasion) işlevli bir
açık alan vardır.
Güney stoa da tümüyle yıkılmıştır. Bu yan, arazinin eğimi
yüzünden alçakta kaldığından, bir bodrum kat gerektirmiştir.
Günümüze erişebilen bodrum kat, ortadaki bir paye dizisiyle
iki nefe bölünmüştür. Payeler üstteki stoayı taşımış, bodrum
kattan ise depo olarak yararlanılmıştır.
Tiyatro
Kuzey stoanın batı ucunda küçük bir
tiyatro vardır. Yapı Roma Dönemi tiyatroları için tipik olan
yarım daire şeklindedir. İzleyicilerin oturdukları kademeli
bölüm, merdivenler ile dikeylemesine üçgen biçimli beş alana
ve bir geçit yani diazoma ile yataylamasına ikiye bölünmüştür.
Orta bölümün en aşağıdaki üç sırası önemli kişilere
ayrılmıştır. Anlaşıldığına göre sahne yapısı üç katlıydı. Onun
önünde yer alan, oyuncuların gösterilerini sundukları sahne,
yerden yaklaşık 1 m. yükseklikteydi. Bir yazıt tiyatronun
Asklepios ile Athena Hijye'ye adandığını belgeler. Yapı 3500
kişinin oturmasına izin veriyordu. Asklepion'da kalan hasta
sayısının hiçbir zaman bu kadar yüksek olamayacağı göz önüne
alınırsa, çevredeki halkın da gösterileri izleyebildiği
sonucuna varılmaktadır.
Genel Tuvalet (Latrinler)
Batı ve güney galerilerin birleştiği
köşede, antik çağda kullanılan latrinlerin ilginç bir örneği
ile karşılaşılır. Erkeklere ayrılan büyük mekânın gösterişli
olduğu anlaşılır. Burada mermerden, yaklaşık otuz adet oturma
yeri vardı. Çatı, özenle işlenmiş Korint başlıklar taşıyan
dört payenin üzerine oturtulmuş, ortasında ışık ve hava
dolaşımı için bir boşluk bırakılmıştı. Böyle görkemli
latrinler, dönem için karakteristiktir. Bunlar günümüzde
aradığımız gizlilikten yoksun bulunmalarına karşın, göz alıcı
bir biçimde inşa edilip, kusursuzca donatılmışlardır. Öte
yandan, bayanlara ayrılan latrin daha küçük ve sadedir.
Uyku Odaları, Şifalı Kaynak ve Kuyular
Kutsal alan ve kültün odak noktası Kutsal
Kuyu idi. Kuyu basit bir yapının içine alınmış, künkler
aracılığıyla bir pınardan beslenmesi sağlanmıştı. Su,
hastaların içine girmesi için değildi; çeşitli kaplarla
çekilerek yıkanma ve özellikle içme suyu olarak
kullanılıyordu. Aristides kutsal suyun yararlarını coşkuyla
anlatır, hatta yazılarından birini, yalnızca bu su için
düzdüğü övgülere ayırmıştır. Dediğine göre kuyu her zaman dolu
ve su, yazın serin, kışın ılıkmış. Göz hastalıkları çekenler,
bu suyla banyo yaparak göğüs hastalıkları, astım ve ayak
sorunlarından yakınanlar, suyu içerek şifaya kavuşuyormuş. Bir
keresinde, dilsiz birisi suyu içince, konuşmaya başlamış.
Pergamon'daki suyun kutsallığı, başka yerlerdeki kutsal
nitelikli sular gibi - örneğin, Delos'taki gibi - kimsenin
dokunmasına izin verilmemesinden kaynaklanmıyordu. Pergamon
Asklepion'undaki su kutsaldı, çünkü kullanan herkese tanrının
yardımıyla yararlar veriyordu.
Kutsal alanda, ayrıca iki çeşme vardır. Her ikisi de
hastaların sağaltımında rol oynayan bu çeşmelerden birisi,
tiyatronun yakınındadır. Üstü açıktır, mermer bir tekne ile
donatılmış ve olasılıkla soğuk banyo önerilen hastalarca
kullanılmıştır. Obürü batı tarafın ortasına rastlar. Tekne
kayaya oyulmuştur. Üzerinin bir çatı ile örtüldüğü anlaşılır.
Kış mevsiminde ve yağışlı havalarda çevresinde yoğun biçimde
çamur birikir. Asklepion'u kazanlar, hastaların buradaki
birikinti ile çamur banyosu yaptıklarını, sonra da teknede
yıkandıklarını ileri sürmüşlerdir. Eğer tekne bir tek bu amaca
yaramış ise çamur banyosu sık uygulanmış bir tedavi yöntemi
olmalıdır, çünkü tekneye inen basamaklar bir hayli aşınmıştır.
Kutsal Kuyu'nun hemen güneybatısında uyku odaları yer alır.
Yalnızca temelleri korunan odaların ayrıntılı biçimde
tümlenmesi olanaksızdır. Uyutulma işlemi kesin dinsel kurallar
uyarınca gerçekleştiriliyordu. Kurallardan bazılarını çok
hasar görmüş bir yazıttan öğreniyoruz: Hasta, uyku odasına
girmeden önce yıkanıp beyaz giysiler giymeli, kuşak ya da
yüzüğünü çıkarmalı ve kurban sunmalıdır. Bergama'da kurbanın
zeytin dallarıyla süslü, beyaz bir koyun olduğu anlaşılır;
Aristophanes'ten (Klasik Dönem oyun yazarı) öğrendiğimize
göre, Atina'da ise Asklepios'a adak çörekleri sunulmuştur.
Hellenistik Devira ait Asklepios,
Apollon ve Hijye (Hygieia) Tapınakları
Uyku odalarının kuzeyindeki kayalık taban
üzerinde, günümüze pek az iz bırakan üç tapınak yükseliyordu.
Bunlar Kurtarıcı Asklepios'a, kızı Hijye'ye ve babası, Güzel
Çocuklu Apollon'a adanmış tapınaklardı. Hijye Tapınağı'nın
içinde ya da yanında Telesforos'un kutsal bir yeri vardı.
Telesforos ilk kez Bergama'da Asklepios'un çevresinde yer
alan, daha sonra başka yerlerde de tapım gören bir
çocuk-tanrıydı. Sağaltım kültünde önemli bir rol oynuyordu:
Aristides bir gün kendisine Telesforos'un, daha doğru bir
deyişle Telesforos rahibinin, vücuduna sürülecek bir merhem
verdiğine değinir. Bir keresinde de Aristides bir düş görmüş
ve düşünde bütün vücudunu kurtarmak istiyorsa, bir organını
kesip Telesforos'a adaması gerektiğini öğrenmiştir. Fakat
rahip bir organın adanması çok acı vereceğinden, Aristides'in
parmağındaki yüzüğü adamasının yeterli olacağına karar verir.
Böylece parmak adağı yapmış gibi, etkili bir sonuç elde
edilebilecektir. Aristides'in öyküsü gerçekçi ifade biçimiyle,
enikonu inandırıcıdır.
Hastaların Tedavi Gördüğü Klinik
Kutsal alanın güneydoğu köşesinde,
tiyatrodan sonra alanın en iyi korunmuş öğesi olarak karşımıza
çıkan, ikinci bir yuvarlak yapı vardır. Yapı iki katlıydı.
Esas katı oluşturan üst katta daire biçimli bir mekân, büyük
apsisler ile çevrelenmiş ve ahşap bir çatı ile örtülmüştü.
Fakat bunlar günümüze ulaşmamıştır. Ayakta kalabilen kesimi,
alt kat ya da bodrum katıdır. Burada, ortadaki çekirdeğin
çevresinde dolaşan bir dehliz yer alır. Belirli aralıklarla
yerleştirilmiş, masif ayakların oluşturduğu bir halka, dehlizi
boylu boyunca ikiye bölmektedir. Ayaklardan kimisinin dibinde
yıkanmaya yönelik tekneler görülür. Güneydoğuda, üst kata
çıkan iki merdivenin kalıntıları göze çarpar.
Bu yapıya antik yazarlardan hiçbiri değinmemiştir ve işlevi
kesin biçimde bilinmemektedir. İ.S. 2. yüzyılda kutsal alanı
yenileyen tasarımın bir ürünü olması ihtimali, bu tasarımdaki
bakışımı bozduğnundan, akla yakın görünmemektedir. Telesforos
Tapınağı yakıştırmasının ardında ise hiçbir dayanak yoktur;
yukarıda belirtildiği gibi, Telesforos'un kutsal yeri alanın
başka bir köşesinde bulunmaktadır. Aslında yapının bir tapınak
olduğu da kesin değildir. Buna karşılık, sağaltım sürecinde
belirli bir rol oynadığı kuşkusuzdur. Bodrumdaki yıkanma
teknelerinin yanı sıra yapının bir tünel ile Kutsal Kuyu'ya
bağlanması, tıbbi bir işlev taşıdığına işaret eder.
Yeraltı Geçidi
Geçit kusursuz bir biçimde korunmuştur.
Her iki ucunda merdivenler, tepesinde içerisini aydınlatan bir
dizi delik vardır. Asklepion'u kazanlar, tünelin iki amacı
olabileceğini öne sürmüşlerdir. Bunlardan birincisi, kutsal
alanda çalışanların yararlanması için yapıldığıdır. İkinci
seçenek ise yaz günlerinde hastalara serin bir korunak
sağlanması amacını gündeme getirir. Oysa belki daha güçlü bir
olasılık, tünelin özellikle kötü havalarda hastaların yuvarlak
yapıdan çıkıp, kutsal alanın kuyu çevresindeki merkezine
ulaşmalarına yaramasıdır. Yuvarlak yapının ya da en azından
bodrum katının, kutsal alanda kalan hastalar için hem sıcak,
hem de yağışlı havalarda korunabilecekleri bir yer olarak
yapıldığını kabul edebiliriz. Yapıya güneyden bitişen taş
döşeli teras, yatalakların kutsal alanın kalabalığına
girmeksizin, hava alıp güneşlenmesini sağlamıştır.
Asklepionda Sağaltım Yöntemleri
Roma İmparatorluk Dönemi'nde Bergama
Asklepion'u önemi bakımından Epidavros'takinden sonra ikinci
sırayı alıyordu. Asklepiondaki sağaltım yöntemleri hakkındaki
bilgilerimizn çoğunu ünlü söylev ustası ve kronik bir hasta
olan Aelius Aristides öğreniyoruz. Buranın sürekli
ziyaretçilerinden Aristides bazı yazılarında doğrudan
Asklepion'u ele almış, Asklepios'un uyguladığı olağanüstü
tedavi biçimlerini anlatırken, Asklepion'a ilişkin değerli
bilgiler vermiştir.
Gerek Bergama'da, gerekse diğer Asklepionlarda
gerçekleştirilen sağaltım, doğaüstü ve kılgılı yöntemleri
garip bir biçimde kaynaştırmıştı. Sağaltımın en önemli
özelliği, hastanın uyutulmasıydı: Hasta kutsal alan sınırları
içinde uyutuluyordu. Uyandığında ya iyileşmiş ya da o kadar
şanslı değilse, rahiplere anlatacağı bir düş görmüş oluyordu.
Bu düşe göre rahipler, daha dünyevi tedavi yolları
öğütlüyorlardı. Rüya çok kesin değilse - Aristides'in rüyaları
genellikle kesindi - rahiplerce yorumlanması gerekirdi.
Rahipler, böylece hekimlerin işlevini gerçekleştiriyorlardı.
Fakat herhangi bir dinsel görevleri olmayan hekimler de tedavi
biçiminin belirlenmesinde çoğu kez rahiplere yardım ederlerdi.
Hippokrates'ten sonra antik çağın en ünlü hekimi sayılan
Galenos, Bergama'da doğmuş ve Asklepion'da çalışmıştı. İlk
tıbbi deneyimlerini, belki yakındaki amftiyatroda gösteriler
yapan ve başkalarına oranla üzerinde çalışılacak daha çok
insan malzemesi sağlayan, bir gladyatör topluluğunun hekimi
olarak kazandı. Antik çağdaki sınırlı tıp bilgisi göz önüne
alınırsa, uygulanan tedavinin genelde çok akıllıca yürütüldüğü
ve mesleğin yüzünü ağarttığı anlaşılmaktadır. Üç temel öğe:
perhiz, sıcak ve soğuk banyo ile beden hareketleridir.
Sindirim bozukluğu şikâyetiyle Epidavros Asklepios Tapınağı'na
başvuran bir Milaslının (Milasa, Mylasa) durumu örnek
alınabilir. Hastaya ekmek, peynir, maydanoz, marul ve ballı
sütten oluşan bir perhiz verilmiş, çıplak ayakla dolaşması,
her gün koşması, çamur banyosu yapması ve belki tuhaf, ama
sıcak bir banyo almadan önce vücudunu şarap ile ovması
öğütlenmiştir. Tedavi başarılı sonuç vermiş ve hastanın
şükranını dile getiren bir yazıt, bunun kanıtı olarak günümüze
ulaşmıştır.
Çamur
banyosundan, Bergama'da da yararlanılıyordu. Aristides,
tanrının buyruğu üzerine, soğuk bir kış gecesinde nasıl çamur
banyosu yapıp tapınakların çevresinde üç kez koştuğunu ve
nihayet kutsal çeşmede üstündeki çamurları temizlediğini çok
canlı bir anlatım ile aktarır. Yazarın sözlerine bakılırsa,
hava o kadar soğukmuş ki, hiçbir giysi insanı koruyamıyormuş;
yazara eşlik etmeye gönüllü olan iki dostundan biri hemen geri
dönmüş, öbürü de spazm geçirmiş ve gevşetilmesi için hamama
götürülmesi gerekmiş. Üzerinde uygulanan tedaviler eğer
gerçekten doğru ise Aristides'in bünyesi, sürekli
hastalıklarına rağmen, anlaşılan çok güçlüydü. Bir keresinde
de kırk gün süren dondan sonra Asklepios, yazara yataktan
kalkmasını ve yalnızca keten bir gömlek giyip, dışarıdaki
çeşmede yıkanmasını öğütlemiş. Her yer donmuş olduğundan, su
bulmak çok güçmüş. Su musluktan akar akmaz donuyormuş. Yine de
Aristides tanrının buyruğuna boyun eğmiş ve soğuğu herkesten
az hissetmiş. Bir başka kez, kış ortasında yazar İzmirdeyken
(Simirna, Smyrna) düşünde Asklepios görünmüş. Tanrı ona
aşağıya inerek kentin dışındaki ırmakta yıkanmasını söylemiş.
Soğuk o denli şiddetliymiş ki, ırmak kıyısındaki çakıllar katı
bir yığın oluşturacak biçimde donmuşmuş. Aristides her şeye
rağmen suyun en derin yerine atlayıp bir süre yüzmüş ve
dışarıya çıkınca, gün boyu süren ılık bir zindelik hissetmiş.
Olayın şaşkına dönen tanıkları ister istemez haykırmışlar:
"Yücedir Asklepios."
Aristides, sağaltımda tutulan yöntemlerin bu aykırı
niteliğine, kendisi de şaşıyordu. Fakat yazar, artık
Bergama'da epeyce tanınmış birisiydi; kuşkusuz rahipler onun
bünyesinin nelere dayanabileceğini de hastalıklarının ne denli
önemli bir bölümünün hayal ürünü olduğunu da kendisinden daha
iyi değerlendiriyorlardı. Baldıran suyu ya da kireç katılmış
su içmek ve pekliğe karşı uzun süre oruç tutmak, Aristides'e
aykırı gözüken tedavi yöntemleriydi. Foçalı (Phokaia) bilge
Hermokrates de bir öyküye konu olmuştur. Bir gün Hermokrates,
imparatorun huzurunda bir okuma yapmış. İmparator
Hermokrates'ten o denli hoşnut kalmış ki ona dilediği bir
ödülü seçmesini söylemiş. Hermokrates, Bergama Asklepios'unun
buyruğu üzerine, günlük ile tütsülenmiş keklik perhizi
yaptığını, fakat ülkesinde günlük bulmanın bir hayli güç
olduğunu, bu yüzden imparatordan çok miktarda günlük
istediğini belirtmiş. Aristides, Asklepios'un bir boksöre
rüyasında görünerek, zorlu bir rakibe karşı kullanabileceği
oyunları öğrettiğini de anlatır.
Asklepios'a bağlanan sağaltımların çoğu mucizevidir. İ.Ö.4.
yüzyılda Epidavros Kutsal Alanı'na, burada gerçekleştirilen
çeşitli sağaltmaları belgeleyen mermer steller dikilmiş ve
bunlardan bazıları günümüze ulaşmıştır. Bunlardan birinde, bir
kadının beş yıllık bir gebeliğin ardından, kutsal alanda
uyuduğu ve sabah uyanır uyanmaz beş yaşında bir erkek çocuk
doğurduğu yazılıdır. Bir diğeri, Epidavros'a çocuk sahibi olma
umuduyla gelmiş ve hayal gördüğü bir sırada, kendisine
dileğini soran Asklepios'a, gebe kalmak istediğini
söylemiştir. Başka bir isteği olup olmadığı sorulunca, dünyada
başkaca bir isteği olmadığı yanıtını vermiştir. Kadın gebe
kalır, ama gebeliği üç yıl sürer. Bunun üzerine kurtuluş için,
yeniden tanrıya başvurur. Ona verilen karşılık, özellikle
sorulmasına karşın, gebe kalmaktan başka bir dilek
belirtmediği yolundadır. Yanlış dile getirilen dilek teması,
antik çağda sık sık yinelenir; tıpkı Midas ve her şeyi altına
dönüştüren dokunuşu ya da sonsuz yaşamı elde eden fakat sonsuz
gençlikten yoksun kalan Tithonos ile ilgili efsanelerdeki
gibi. Her ne ise, Epidavros'taki belki en mutlu olay Pandaros
adlı birinin başından geçer. Anlaşıldığına göre, bir zamanlar
köle olduğundan, Pandaros'un alnında dövme ile yapılmış
işaretler vardır ve bunlardan kurtulmak amacıyla Asklepiosa
gelmiştir. Tanrı geceleyin onun alnına bir çatkı bağlamış ve
sabahleyin çatkıyı çıkarıp, tapınağa adamasını söylemiştir.
Ertesi sabah çatkı çözülünce, işaretlerin çatkıya geçmiş
olduğu görülmüştür. Kısa bir süre sonra, Pandaros'un Ekhedoros
adlı ve yine dövmeli bir arkadaşı aynı amaçla tanrıyı ziyaret
eder. Yanında, minnettar Pandaros'un kendi adına tanrıya
adanması talimatıyla verdiğri bir miktar para da vardır.
Ekhedoros onursuzca davranıp, bu görevi yerine getirmez.
Üstelik tanrı geceleyin kendisine görünerek, Pandaros'un para
gönderip göndermediğini sorunca, bunu inkâr da eder. Bir tek,
dövmelerin temizlenmesine ilişkin dileğini belirtir. Asklepios,
Pandaros'un tapınağa adadığı çatkıyı, bu kez Ekhedoros'un
başına bağlar ve sabah çıkarttıktan sonra kutsal havuzda
yansısına bakmasını buyurur. Ekhedoros tanrının söylediği gibi
yapar. Sabah görür ki, çatkı temiz kalmıştır, ama alnındaki
dövmelere şimdi Pandaros'unkiler de eklenmiştir.
Bu belgeler rahipler tarafından derlenip yayımlanmıştır,
dolayısıyla şifaya kavuşmuş hastaların adak yazıtları kadar
gerçekçi değildir. Yine de bunları uydurma sayacak kişi
dikkatli olmak zorundadır. Epidavros'a gelen, elinden sakat
birisi böyle bir gaflette bulunmuştur. Bir yandan kutsal
alanda yürüdükçe, bir yandan da yazıtları okuyup homurdanmış,
hiçbirine olanak bulunmadığını söylemiştir. Asklepios onu
inandırmak için, sakat elini şifaya kavuşturmuş, fakat
lanetini de eksik etmemiştir. Adam artık hep "Kuşkucu" adıyla
anılacaktır. Bu vaka da bir sonraki stele yazılarak, belgeler
arasındaki yerini almıştır.
İşte Asklepios kültü böyle bir görünüm çiziyordu; yarı batıl,
yarı bilimsel. Ama sonuca, ister kendi kendine telkin veya
inanç yoluyla, isterse tıbbi tedaviyle, nasıl ulaşılırsa
ulaşılsın, kültün büyük ölçüde revaç bulduğu kesindi. Bunun
nedenlerinden biri, tanrı ile yakın kişisel ilişkiye
girilmesiydi. Asklepion yalnızca bir sağlık kurumu değildi;
bir hastaneye ise hiç mi hiç benzemiyordu. Asklepion kamusal
ve dinsel bir kutsal alandı; sağlıklı veya sağlıksız, yurttaş
veya yabancı, herkese açıktı. Tanrı tarafından öğütlenen, ama
vakurluğuna yakışmayan bazı tedavilerin izleyiciler önünde
uygulandığını ve onlara eğlence kaynağı olduğunu, bize birçok
kez anlatır Aristides.
Doğal olarak, hastaların hepsi bir gecede ya da birkaç günde
şifa bulmuyordu, çoğunlukla uzun süreli ziyaretler
gerekiyordu. Olağan süre bir yıldı. Bu süre içinde hastaların
nerede kaldıkları bilinmemektedir. Ciddi hastalıklar sağaltım
yerinde kalınmasını zorunlu kılar, ancak kazılar kesinkes bu
amaç için tasarlanmış herhangi bir yapıyı ortaya
çıkarmamıştır. Hareket ettirilemeyen hastaların belki uyku
odasında kalmasına izin veriliyordu. Öte yandan,
rahatsızlıkları o denli ciddi olmayanları can sıkıntısından
kurtarmak amacıyla, birtakım çözümler düşünülmüştü. Kutsal
alanda hem bir tiyatro, hem de bir kütüphane vardı. Gerçek şu
ki, can sıkıntısı burada bir sorun olamazdı. Kutsal alan her
gün hastalar ve ziyaretçilerle biraz daha kalabalıklaşıyordu.
Bilginleri, Galenos ve diğerleri gibi hekimleri, her biri
ardında bir dinleyici topluluğuyla bir aşağı bir yukarı
yürürken ya da iyiliksever bir rahibi bir topluluk ile rahatça
kaynaşırken ya da hastaları kendi aralarında sohbet ederken
gözümüzün önünde canlandırmamız hiç güç değildir. Köleci bir
toplumda boş zaman çoktu ve Yunanlılar bunu nasıl
değerlendireceklerini iyi biliyorlardı; hiçbir Yunanlı,
yanında tartışacak biri bulunduğu sürece, sıkılmazdı.
Galenos
Bergama'da
130 yılı civarında doğan Galenos, o dönemlerin en önemli
hekimlerini bir araya toplayan sağlık yurdunda (Asklepion) tıp
eğitimi görmüştü. Antikçağın, Hippokrates'ten sonraki en büyük
hekimi kabul edilen Galenos, Bergama'da yıllarca çalışmış,
gladyatörleri tedavi ederken insanın anatomisini iyice tanıma
fırsatı bulmuş, hekimlik deneyimini arttırmıştı. Damarların
hava değil sıvı taşıdığını, kasların tek tek değil takım
hâlinde görev yaptığını, göğüs kaslarının solunumdaki rolünü,
kalp atışları ile nabız arasındaki lişkiyi açıklamış,
omuriliği zedelenen bir canlının felç olduğunu saptamış, sinir
sisteminin önemini ortaya koymuş, sindirim ve boşaltım
sistemlerini incelemişti. Hippokrates'in koyduğu hekimlik
kurallarına, bugün bilinen şeklini veren de Galenos'tu.
Hekimlikte Hippokrates'in koyduğu ve onun zamanına kadar
uygulanan kuralları tersine çevirerek, temel düşünce
insanlığa hizmettir; hekim yalnız dostu değil düşmanı
iyileştirmek için de elinden geleni yapmakla yükümlüdür
şeklinde yerleşmesini sağlamıştı. Deney ve incelemelerini
içeren, ancak çoğu kayıp olan kitapları 9. yüzyılda Arapçaya
çevrilmişti. Eserlerinin Batı dünyasına ulaşması ise bu Arapça
çevirilerin 12. yüzyılda Latinceye çevrilmesiyle oldu.
Günümüzde eczacılığın bir dalı (Pharmacie Galeniqe) onun adını
taşıyor.
|