Ephesus (Efes)
Bodrum'un 220 km. Kuzeyinde, Selçuk kasabası yakınlarında
bulunan Efes, Türkiye'nin güneybatısında -haklı olarak- en çok
tanınan tarihi yerdir. Kazısı dikkatle yapılmış birçok dönüm
harabe, eski çağların ihtişamının benzersiz şekilde yeniden
yaratımıdır. Bu bir zamanların refah içindeki metropolünde
250,000 kişi kadar yaşarmış.
Denizkenarındaki mükemmel yerleşim
noktasıyla ve birçok hükümdarın finansal katkılarıyla, Efes,
birçok medeniyetler süresince, Asya yakasındaki en önemli kent
olmuştur.
Dünyanın en önemli arkeolojik şehirlerinden birisi olan ve Her
yıl milyonlarca yerli ve yabancı turistin ziyaret ettiği Efes
(Ephesus), bir zamanlar İpek Yolu ve Kral Yolu gibi önemli
güzargahların kesiştiği önemli bir liman ve ticaret
merkeziydi.
Efes, Kral Kondros'un oğlu Androcles tarafından M.Ö. 10
yüzyılda kuruldu. Androcles savaşta öldüğünde, halk onun
anısına bir mausoleum inşa etti. Bu yapının Magnesia kapısı
civarında olduğu sanılmaktadır.
Iyonyalılar bu bölgeye yerleştiğinde, bölgede Karyalılar ve
Lelegianslar bulunuyordu. Ne yazıkki, şehir nehirle gelen
alüvyon sebebiyle Ayosolug Tepesine taşınmak zorunda kaldı.
M.Ö. 6 yüzyılın ortalarında, şehir Lidya kralı Kreisos
tarafından keşfedildi. Bu dönem Efes'in en iyi dönemlerinden
birtanesidir. Bu dönemde Efes, kültür ve sanatta dünyanın en
önemli merkezlerinden birisi haline geldi.
Büyük Alexander döneminde en zengin dönemini yaşayan Efes
halkı,
o zamana kadar oligarşik ve demokratik bir yapıya sahipti.
Alexander'ın gelişiyle oligarşik sistem kaldırıldı. Bu değişim
şehirde bir isyana sebep oldu.
Oligarşiyi destekleyenler Artemision'u Supporters of oligarchy
destroyed and yerle bir ettiler.
Büyük Alexander'ın ölümünden sonra, generallerinden birisi
Efes'in yöneticisi oldu. Ama bazı ölümcül salgınlar yüzünden
şehir başka bir yere taşınmak zorunda kaldı. Şehir Bülbül Dağı
ve Panayır Dağı arasında yeniden inşa edildi ve çevresi 10
metre yüksekliğindeki duvarlarla çevrildi. Bugün, kalıntıların
çoğu bu döneme aittir.
Yunanlılar Efes'i M.Ö. 11. Yüzyılda kurdular. Şehir en
kısa sürede ticaret, kültür ve güç merkezi haline geldi, öyle
ki, yeterince gelişimci fikirlerin yuvası olması nedeniyle,
bazı tarihçilere göre, Batı Medeniyetinin beşiği oldu. M.Ö. 6.
Yüzyılda, gücün merkezi Atina'ya kaydı, ancak Efes yine de
büyümeyi sürdürdü. M.Ö. 4. Yüzyılda Büyük İskender de dahil
olmak üzere, çeşitli imparatorlukların hükümdarları, şehri
fethederek, zenginliğine zenginlik kattılar.
İskender'in ardından gelen hükümdar
Lisimakus, Kayster (Menderes) nehrinden gelen alüvyonların
limanda yarattığı tehlikeyi farkederek, şehri kıyıdan içeriye
taşıttı.
omalılar M.Ö. 2. Yüzyılda Efes'i ele geçirdi ve kendileri için
burayı Asya Başkenti yaptılar. Avgustus'un krallığı sırasında
(M.Ö.34-31), Efes'in, Batı Anadolu'nun ticaret ve bankacılık
merkezi olarak 200 yıl sürecek bir parlaklık dönemi başladı.
Roma İmparatorluğu'nun çöküşü, limana hiçbir zaman olmadığı
kadar çok alüvyonun doluşmasıyla aynı zamana rastlar. Nero da,
Hadrian da, mehrin yatağını değiştererek, alüvyondan korunma
yollarını aradılar.
Ancak, kaçınılmaz olan gerçekleşecekti.
Günümüzde deniz, eski Efes limanından 5 kilometre geriye
çekilmiş durumdadır. Nüfus yoğunluğu ise, antik yapıların
yerini günün konutlarının aldığı şimdiki Selçuk'un bulunduğu
yere kaymış bulunmaktadır.
İngiliz mühendis J.T. Wood'a göre,
dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı, zelzele
ve doğa koşulları nedeniyle, toprak altında kalmış olmalıydı.
Wood'un, tapınağı 1895'te araştırmaya başlamasına kadar, Efes
toprak altında saklı kaldı. Wood'un araştırması başarılı oldu
ve 1895'te Avusturya ekibi kazıya başladı. Kazı halen
sürmektedir. Mekandaki bir rehberin ziyaretçilere anlattığı
gibi, eğer bu çalışmalar bugünkü hızıyla sürerse, bütün Efes
kentini ortaya çıkarmak için 200 yıl daha gerekecektir.
Efes
Antik Tiyatrosu.
Antik Çağ yazarlarına göre Efes, Smyrna
gibi M.Ö. 3000 yıllarında kurulmuştur. Ancak Smyrna
kurulduğunda, Efes o dönemin önemli liman kentleri
arasındadıır. Dor istilası üzerine Ege kıyılarına yerleşen
İonlar Efese yerleşmişler, daha sonra Lidya egemenliği
döneminde şehirlerini geliştirmişlerdir. İon, Roma, Bizans,
Selçuklu, Osmanlı uygarlıklarının izleri bugün halen
görülebilmektedir. Efesliler Roma dönemindeki depremle yerle
bir olan şehirlerini Tiberius zamanında yeniden imar
etmişlerdir. Ancak bu defa Hellenistik bir yapı stili yerine
tüm Efes, Roma karekteri yapılarla dolmuştur. Siyasi ve ticari
önemi giderek artan Efese Meryemananın da gelmesi ve St.
Jeanın burada yaşaması Efesi aynı zamanda önemli dini bir
merkez durumuna getirmiştir. Daha sonraları Sart ile Susayı
bağlayan deniz yolu üzerindeki işlek limanların zamanla
dolması üzerine, artık yaşanmaz hale dönüşen şehri Bizans
İmparatorluğu Justinyenin (527-565) Ayasuluk Tepesinde
yaptırdığı St. Jean bazilikası etrafına yerleşmek suretiyle
terk etmişlerdir. 1090 yılında şehir Türklerin eline
geçmiştir. Böylece şehir tarih boyunca farklı istilalar yada
depremler nedeniyle tam beş kez yeniden kurulmuştur. Bugün
kalıntılarını gördüğümüz kent Efes III. Kuruluşudur. Günümüzde
ise Efes, Selçuk ilçemiz sınırları içerisindedir. Yukarıda söz
ettiğimiz gibi hemen tüm uygarlık kalıntılarının bulunduğu
Efes ve Selçuk günümüzde ülkemizin tarihi ve arkeolojik
eserler bakımından en zengin merkezidir. Özellikle Efes
Harabeleri ve Efes Müzesi sahip oldukları eserler bakımından
yoğun bir turist ziyaretine maruz kalmaktadır.
Efesin
iyi korunmuş yapılarının en büyüğü ve en etkileyicisi
tiyatrodur. Genişliği 145 m. ve oturma yerlerinin yüksekliği
30 m. olan bu mermer yapı, şüphesiz Roma Çağı'nda çok güzeldi.
Kuşadasından
Efes ören yerine yaklaşırken görülen tiyatronun, günümüzdeki
kalıntıları da çok göz alıcıdır. Tiyatro ilk kez Hellenistik
Dönem'de inşa edilmeye başlanmış daha sonra İmparator Claudius
(M.S. 41-54) zamanında genişletilmiş, İmparator Trajan'ın (M.S.
98-117) döneminde tamamlanmıştır. Skenenin ilk iki katı
İmparator Neron (M.S. 54-68) zamanında yapılmış, üçüncü kat
ise olasılıkla M.S. 2. yüzyılın ortasında eklenmiştir.
Auditoriumda 24.000 kişilik oturacak yer bulunuyordu. Sahnenin
ölçüleri 25 x 40 m'dir ve auditoriumun en üst sırası orkestra
düzeyinden 30 m. yüksekliktedir. Roma Çağı'ndan olan sahnenin
içinde Hellenistik Dönem tiyatrosunun skenesine ait parçaİar
bulunmuş ve böylece yapının o devirdeki düzeni ve biçimi
konusunda bazı önemli bilgiler elde edilmiştir. Hellenistik
Dönem'de oyuncular orkestrada, Roma Çağı'nda ise proskenionun
üstünde oynuyorlardı.
|