KNİDOS
Klasik devir dünyasının zengin ve ünlü kentlerinden birisi olan Knidos,
bugünkü 70 km. uzunluğunda Datça Yarımadası'nın en uç kısmındaki Tekir Burnu
mevkisine kurulmuştur. Antik devirde tümü Knidos sınırları kapsamında olan
Datça Yarımadası (Herodot I,174), günümüz Muğla İli'nin bir bölümü olup,
antik devirde Karya Bölgesi sınırları içerisinde kalıyordu. Knidos, hem
yarımadanın güneye bakan ucunda, hem de karşısında yer alan, başlangıçta ada
olupta, zamanla yarımadaya dönüştürülen Kap Krio'nun (Deve Boynu) kuzey
yamacında teraslar üzerine kurulmuştur. Heriki kara parçası küçük bir berzah
ile birbirine bağlanmış ve böylece başlangıçta geçilebilir limanlar
birbirinden ayrılmıştır. Batıdaki küçük limanın
askeri,
diğer büyük olanının ise ticari amaçlar için kullanılmış olduğu
düşünülmektedir. Kenti, yuvarlak ve köşeli kuleleri ile güçlü bir sur duvarı
çevrelemektedir. Duvar tekniği yüzünden Mausolos zamanında, İ.Ö. 4. yüzyılda
yapıldığı düşünülen sur duvarlarının en iyi korunan bölümlerini Akropolis'de
(yukarı kent) görmek olasıdır. Şehir surlan dışında, doğuya doğru yaklaşık 7
km. uzunluğunda geniş bir alana yayılmı Nekropolis (mezarlık) bulunmaktadır.
TARİH:
Buluntulara göre 3. binden beri burada bir yerleşimin olması gerekiyor.
Kazılar esnasında ortaya çıkan. İ.Ö.14. ve 13. yüzyıl Miken dönemine ait
seramik parçaları bu yerleşimin sürdüğünü göstermektedir. "Knidos" ismi o
dönemdek i
kaynaklarda da geçmektedir. Antik yazarlardan Herodot ( I, 174) ve Diodor'a
(V. 53) kentin 12 yüzyılda Sparta'dan, önce adalara, sonra kıyıya geçen Dor
kabileler tarafından yeniden kurulduğunu anlatmaktadır. O zamanlarda
Knidos’ta altı önemli Dor kentinin ortak bir Apollon kült merkezi (Triopion)
kurulmuştur (Herodot I, 144) . İ.Ö. 7. yüzyılda Knidos ekonomisi ile antik
dünyanın önemli bir gücüdür. Bu dönemde Knidos, Mısır'da bulunan Naukratis
koloni kentinin kurulmasına ortak olmuştur. İ.Ö. 6. yüzyılda ise yine Knidos
Delphi kentinde bir hazine dairesi inşa ettirmiştir ki, bu antik dönemin
bilinen en eski mermer binasıdır. İ.Ö. 540 yıllarında Persler batıya doğru
ilerlediklerinde Knidos kenti bütün Datça Yarımadası'nı kapsıyordu. Zira
Herodot (I, 174) Knidoslular’ın Persler'den kurtulmak için Yarımada'nın en
dar yerini (Balıkaşıran) bir kanalla kesmeye çalışmışlar, ancak
becerememişlerdir. İ.Ö. erken 5. yüzyılda (yaklaşık 470) Knidos yine
zenginliğini gösteren bir işaret vermiştir. Delphi'de bir adet Sütunlu Salon
(toplantı yeri) bağışlamıştır.Bu yapının içinin süslenmesinde dönemin ünlü
ressamı Polygnotos görevlendirilmiştir.
İ.Ö. 4. yüzyıl ise kentin artık tam anlamıyla bir dünya şehri, metropol
olduğu dönemdir. Bu çağın ünlü heykeltraşları Skopas ve Bryaxis Knidos
tapınaklarını kült yontuları ile onurlandırırken, Knidoslular aynı
tarihlerde Praxiteles'in ünlü Aphrodite heykelini kente kazandırmışlardır.
Şehir bu ünlü aşk tanrıçası sayesinde tüm antik çağ boyunca ününü ve
tanınmışlığını korumuş, günümüz turizminde olduğu gibi, antik çağda da
çeşitli yörelerden gelen turistler tarafından ziyaret edilmiştir. Ekonomi,
ticaret, kültür ve sanat faaliyetlerine paralel olarak bilimsel araştırmalar
da küçümsenmeyecek oranda yürütülmüştür. Kos'taki tıp merkezine yakın
seviyede bir tıp okulu kurulmuş ve kısa zamanda meşhur olmuştur. Dünyanın
yedi harikasından birisi sayılan İskenderiye Feneri'nin mimarı Sostratos,
Knidos'ludur ve kendi doğum yeri olan Knidos'da ambulatio pensilis olarak
ünlenen teraslı bir Stoa yapmıştır. Ünlü matematikçi Eudoksos ise, Knidos'da
yeri henüz saptanamamış olan görkemli rasathanesinde yıldızları incelemiş ve
astronomi araştırmaları yapmıştır.
Knidos en parlak çağını Hellenistik dönemde (İ.Ö. 300-30) yaşamıştır. Atina,
Delos, İskenderiye (Mısır) ve kuzey Karadeniz'de ele geçen çok sayıdakı
Knidos kökenli mühürlü amphora kulpu, kentin şarap ile zeytinyağı ticareti
ve ihracattaki ününü açıkça göstermektedir. İşadamlarının zenginliğini,
kentte bulunan duvar freskleri ve alçı kabartmalarla (stucco) süslenmiş olan
villalar da göstermektedir. İ.Ö. 2. yüzyılından başlayarak Knidos aynı
zamanda çok önemli bir seramik üretim merkezi olmuştur. Yine zengin
işadamlarının sayesinde ( örneğin C. Julius Theopompos'un ailesi) Roma
döneminde "civitas libera", yani vergilerden muaf tutulmuş bir şehir olmaya
dev am
etmiştir. İ.S. 1. yüzyıldan itibaren yine bir seramik türü olan ünlü
kabartmalı Oinophoros kaplar burada üretilmiş ve antik dünyanın önemli
merkezlerine ihraç edilmiştir. Sorunlarla dolu geç Roma ve erken
Hristiyanlık dönemlerinde de Knidos zenginliğini korumuştur. Bunu ortaya
çıkartılan beş büyük kilise açık bir şekilde göstermektedir. Bu kiliselerden
bazıları mozaiklerle süslenmiştir. O dönemin özel konutları emniyet nedeni
ile yüksek teraslarda yer almış ve içleri yine mozaiklerle süslenmiştir.
Diğer Anadolu kıyı kentleri gibi burası da İ.S. 7. yüzyılda Araplar'ın
istilasına uğramıştır. Bunu bir kilisenin tabanına kazınmış Arapça yazıttan
kesin olarak anlamaktayız. Daha sonra meydana gelen birkaç büyük depremle
Knidos önemli oranda tahrip olmuş ve olasılıkla bundan sonra kent tamamen
terk edilmiştir.
Korinth Tapınak
Orta terasta, Propyleon'un doğusundaki hakim araziye yerleştirilmiştir.
Denizyolu ile gelenler tarafından çok rahat bir şekilde görülebilmektedir.
Yüksek bir podyum üzerinde bulunan bu küçük tapınak, Korinth düzeninde olup,
pronaosta 4, opisthodomosda 2 sütuna sahiptir. Cella duvarları yarım
sütunlarla, iç duvarlar pilasterlerle süslenmiştir. Ön alınlıkta kabartma
olarak bir kalkan bulunmaktadır. Mimari bezemelerine göre tapınak geç
Antoniler döneminde (İ.S. 2. yüzyılın 2. yarısı) yapılmış olup, yine hangi
tanrıya adandığı bilinmemektedir.
ARAŞTIRMA TARİHİ
İngiliz albay W. M. Leake, Society of Dilettanti adlı ünlü kuruluşun arzusu
üzerine Anadolu'daki ören yerlerini incelemiş, bu vesile ile 1812 yılında
Knidos'a da gelerek ayakta duran çeşitli yapıları resimlemiştir. Asıl kazı
ve araştırmalar ise diğer bir İngiliz olan Sir Ch. Newton tarafından 1857-58
yılları arasında İngiliz Müzesi adına yapılmış ve çok sayıda arkeolojik eser
Londra'ya götürülmüştür. Bunların içinde en bilinenleri Aslanlı mezara ait
aslan, tahtında oturan tanrıça Demeter ve rahibe Nikokleia yontulandır.
Yaklaşık bir asırlık zaman aralığından sonra sistemli kazı ve araştırmalar
I.C. Love başkanlığındaki bir Amerikan heyeti tarafından 1967-1977 yılları
arasında yürütülmüştür. Aşağıda sıralanan anıtların pek çoğu bu dönemde
açığa çıkartılmıştır. 1988 yılından beri ise, Prof. Dr. Ramazan Özgan
başkanlığında, T.C. Kültür Bakanlığı adına, Selçuk Üniversitesi
elemanlarından oluşan bir heyet tarafından bilimsel araştırma ve kazılar
yürütülmektedir.
Tiyatro
Birisi yukarıda kentin kuzeyinde, diğeri büyük limanın hemen kuzeyinde
yeralan iki tiyatro kentin büyüklüğüne işaret eder. Aşağı tiyatronun büyük
bir bölümü açığa çıkartılmış olup, ortalama beşbin kişiliktir. Yamaçta
kurulu olması nedeni ile tipik Hellenistik dönem tiyatrosudur. Tonozlu
girişleri olan en erken tiyatrolardan birisidir. Roma döneminde bazı
eklemeler olmuştur. Buna sahne binası örnek olarak verilebilir.
Pseudo Lukian ve Knidos Aphroditesi
İ.S. 2. yüzyılda yaşamış olan Pseudo Lukian Erotes adlı kitabında bir
seyahati esnasında arkadaşları ile Knidos'a da uğradığından bahsetmektedir:
Knidos'a ulaştıktan sonra, önce Sostratos'un Sütunlu Galerisi'ni geçip,
etrafı izledikten sonra Aphrodite Tapınağı'na ulaştık. Burada rüzgar
Aphrodite'nin kokusunu yaymaya başlar. Tapınağın tabanı ve etrafı değişik
güzel kokulu bitki ve ağaçlarla doldurulmuş ve üstleri örtülmüştür. Asma
çatıyı andıran bir gölgelik oluşturulmuştur. Özellikle tanrıçaya yakışır
biçimde etrafı mersin, defne, çınar ve selvi ağaçları ile
yeşillendirilmiştir. Tapınakta her bölüm sarmaşıklarla süslenmiş, etrafta
üzüm salkımları ile dolu asmalar yer almıştır...
Zengin gölgeli ağaçların altında ziyaretçilerin oturup, dinlenip, şarap
içtikleri rahat odalar ve dükkanlar bulunmaktadır. Buraya şehrin zengin ve
kibar insanları pek nadir gelirken, daha çok aşağı sınıflardan olan insanlar
ziyaret etmekte ve Aphrodite şenliklerinde keyiflerini bulmaktadırlar.
Etrafı ve özellikle ağaçları izlemeye doyduktan sonra tapınağa girdik.
Ortada Paros Adası mermerinden yapılmış tanrıçanın muhteşem yontusu
duruyordu; kendisinden emin hafif açık dudakları ile gülümser gibiydi,
üzerinde hiçbir giysisi yoktu. İnsan tanrıçanın tüm güzelliğini
seyredebiliyor, sadece bir eliyle ayıbını utanır biçimde kapatıyordu.
Yontucu Praxiteles beyaz, sert mermerden canlı ve çok güzel bir insan
yaratmıştır. Buna hayranlık duymamak mümkün değildir... Charikles tanrıçaya
doğru yürüdü ve tanrıçayı ıslak dudakları ile öpmeye başladı. Kallikratidas
ise hiçbir şey söylemeden şaşkın ve sakin duruyor, Aphrodite'nin heykelini
hayranlık ve şaşkınlıkla izliyordu. Aphrodite Tapınağı normal tapınaklardan
farklı olup, ön ve arkada iki giriş kapısı bulunuyordu. Böylece isteyen
tanrıçayı hem önden, hem de arkadan izleyebiliyordu. Biz de tanrıçayı tüm
yönleri ile izlemek için arka kapıya gittik.... .
Büyük bir hayranlıkla tanrıçayı izlemeye doymuştuk ve tanrıçadan ayrılmak
üzereyken tanrıçanın bacağının birisinde bir leke gördük, bu temiz bir giysi
üzerindeki pis bir lekeyi anımsatıyordu. Mermerin parlayan düz olgunlaşmış
yüzeyinde bu leke çok çirkin gözüküyordu ve ilk önce mermerin içindeki bu
siyah lekenin doğal ve jeolojik bir hata olduğunu düşündüm.... Bu esnada
yanımızda duran tapınağın görevlisi kadının dikkatini çekmiş olacak ki, bize
ilginç bir olay anlattı. Bize anlatılanlara göre, şehrin saygın ailelerinden
birisinin genç oğlu Aphrodite Tapınağı'nı çok sık ziyaret etmeye, bazen
gününü tapınakta geçirmeye başlamış. Sabahları çok erken saatte tapınağa
gelir, güneş battıktan sonrada istemeye istemeye eve dönermiş. Sonuçta bu
genç tanrıçaya aşık olmuş. Böylece genç günlerini aralıksız olarak bıkmadan
usanmadan tanrıçanın karşısında oturarak, tanrıçayı hayranlıkla aşk ateşi ve
şehvetle seyrederek, bir yandan da ünlü yontucu Praxiteles'e hayranlık
duyarak ve onu tanrı Zeus seviyesinde onurlandırarak geçirirmiş. Arzu ve
isteklerinin sınırsız olduğu bir gün genç, gizlice hiç kimsenin fark
etmeyeceği biçimde tapınakta saklanmış ve tapınak kapıları görevliler
tarafından kapatıldıktan sonra, tanrıça ile tapınakta yalnız kalmıştır. Gece
tanrıça ile yalnız kalan genç, arzu ve isteklerinin sınırsız doruğa
çıkmasıyla şehvetli bir aşk yaşamıştır. Şehvetin sonucu olarak oluşan bu
leke Aphrodite'nin bacağında ertesi gün fark edilmiş. Gizlice kaybolan
gencin ne olduğu, ne yaptığı bilinmez. Yalnız saygın bir aileye mensup
olmasından dolayı, adı önce gizli tutulmuş ve zamanla olay unutulmuştur".
|