Anasayfa   |   EGE  |   AKDENİZ  |   MARMARA |   DOĞU ANADOLU  |  İÇ ANADOLU   |   KARADENİZ  


Çandarlı... Bakır Çay’ın ağzına yakın bir yerlerde, adını verdiği körfezin kuzey kıyılarında, bir yarımadanın üzerine kurulmuş Çandarlı, kayıpİzmir - Çandarlı yeldeğirmenlerinin diyarı...

ÇANDARLI
Çandarlı aynı adlı körfezin kıyısına kurulmuştur. Bergama - İzmir yolundan veya Dikili üzerinden ulaşılabilir. Bu ikinci yol kışın
kullanılmamalıdır.
Denizde, hemen karşıdaki küçük adasıyla çevredeki yazlıkları saymazsanız köy havasını koruyan bir yerleşimdir. Köyün balıkçıları yanında amatör balıkçıların da rağbet ettiği körfez iyi balık verir.
Çandarlı’nın 13 veya 14. yy’da Ceneviz şovalyeleri tarafından inşa edilmiş kalesi ülkemizin en iyi korunmuş durumdaki kalelerinden birisidir. Daha sonra Türkler’in iki kez onardığı kale son olarak 1955’de aslına uygun olarak restore edilmiştir. Kalede Hellenistik Çağ surlarından kalmış taşların kullanıldığı görülmektedir.
Çandarlı’daki antik Pitane kentinde Prof. Ekrem Akurgal tarafından yapılmış kazılarda çok sayıda güzel seramik örneği bulunmuştur. Fitane’de bulunan eserler İstanbul, İzmir ve Bergama müzelerindedir.Adını verdiği körfezin kuzey kıyılarında yer alan Çandarlı'nın bugünkü mütevazı görünümü insanı yanıltmamalı. Unutulmuşluğunu neredeyse kendisinin de kabullendiği bu kıyı kenti, aslında büyük bir zenginliğin üzerinde oturuyor. Amazonların kurduğu kent burası. Kayıp yeldeğirmenlerinin diyarı.

Ne yazık ki Çandarlı'da kalıntıların çoğundan görünür bir iz kalmamış. Zamanın yanında insanoğlunun elleri de hoyrat davranmış buralara... Bu küçük ve sevimli kent, gezginlerin yüreklerine bir Ege sıcaklığı veriyor hâlâ. Ege'nin tadını küçük bir kent eşliğinde çıkarmak isteyenleri bekliyor.

Çandarlı'daki uygarlık izleri bizi tarih öncesi dönemlere, İÖ 2 binli yıllara kadar götürüyor.Çandarlı Çandarlı'nın kent olarak var olmaya başlamasına dair söylenceler ise hayli ilginç. Ege kıyısındaki birçok kent gibi Yunan göçleriyle kurulmuş bir yerleşme değil burası. Eski ismi olan Pitane, Luwi dil kökenli, orijinal bir Anadolu adı. Anlamı ise ‘‘Amazon kraliçesi’’ ya da ‘‘bilge kadının ülkesi’’. Çandarlı'nın kuruluşuna ilişkin efsanelerin en ilginci kadın savaşçılar, Amazonlara dair olanı. Halikarnas Balıkçısı'nın “Hititlerin kadın süvarileri” diye adlandırdığı Amazonların birçok hayali yurdu var aslında. Herodotos, Diodoros gibi yazarlar da Amazonların Anadolu'ya gelişlerini farklı şekillerde açıklıyor.

Söylenceye göre kraliçe Myrina önderliğindeki Amazonlar yurtlarından kalkıp yollara düşmüşler. Hatta düşsel Atlantis ülkesinden geçip ardından Gorgo canavarını altetmişler. Daha sonra da Ege ve Karadeniz'e yayılıp kentler kurmuşlar. İşte Pitane, yani bizim Çandarlı da bunlardan biri. Rivayet ne olursa olsun Pitane'de tanrıça Kybele'nin çok itibar gördüğü ve o zamanki toplumun anaerkil nitelikler taşıdığı biliniyor.

Bergama akropolisine dikilen 12 metre yüksekliğindeki Zeus sunağı ile Troian tapınağı Çandarlı'dan görülebilirmiş antikçağda. Özellikle mehtaplı gecelerde beyaz mermerler şavk verir ve Çandarlı'ya yaklaşan gemilerin yönlerini bulmasına yardım edermiş.
 

Bakır Çay'ın (Kaikos) ağzına yakın bir yerde kurulan Çandarlı, güneye dil şeklinde uzanan bir yarımadanın üzerinde. Eski dönemlerde kıstağın zaman zaman su altında kalması yüzünden burası adaya dönüşürmüş. Ve halk arasında hâlâ ada ismiyle anılıyor.

Zamanın güçlü elleri sadece kaleyi yerinden oynatamamış. Venediklilerin yaptığı kale, beş burcuyla yarımadanın ortasında sapasağlam göğe uzanıyor. Kentin alınmasından önce Türklerin ‘‘Asar’’ dediği Çandarlı, deniz ticaretinin yoğun olduğu önemli bir liman kentiymiş. Kalenin temellerinde, çok daha eski dönemlere ait olduğu anlaşılan bir yapının kalıntıları bulunuyor. Bu yerin yarımadanın en yüksek noktası olması, temelin dinsel bir yapıya ait olduğu fikrini destekliyor.

Çandarlı'ya şimdiki adını veren vezir Çandarlı Halil Paşa denizciliğe büyük önem veren bir devlet adamıymış. 24 yıl görev yapan bu akıllı vezir, kaleyi tamir ettirdiği gibi Çandarlı'ya Türk nüfusun yerleşmesine de katkıda bulunmuş. Buralılar da Halil Paşa'nın adını, ‘‘Çandarlı’’yı, kentlerine vermişler.

Yarımadanın iki yanında iki liman bulunuyor: ‘‘Dişi’’ ve ‘‘erkek’’ limanlar. Antik geçmişe sahip olanı erkek limana yüzyıllar boyunca kimbilir hangi denizlerden hangi mallar taşınmış.

Çandarlı'da denizin kent yaşamında oynadığı rol çok büyük. Öyle ki burada yüzme bilmeyen Çandarlılılar ayıplanırmış. Çandarlı'da deniz, içine girilip serinlenecek bir su kütlesi değil sadece. Bereketin, hayatın simgesi. Bu bereketten pay kapmak, denizin tuzunu tatmak için yolunuzu Çandarlı'ya düşürmeniz yeterli.
Geçmişte Çandarlı'nın ne denizi ne de ırmağı tekin bulunmuş aslında. Gemiciler Pitane açıklarından geçmeye çekinirlermiş. Rüzgârlara açık bu suların heybetli dalgaları, eskinin ahşap gemilerinin kaptanlarına korku salarmış. Irmağın şiddeti ise efsanelere konu olmuş.

Söylenceye göre denizler ve okyanuslar tanrısı Poseidon, oğlu Astros'a tanrılık alanı olarak Bakır Çay'ı vermiş. Ama Astros çayı yöre halkına eziyet etmek için kullanmış. Selin getirdiği felaketlerin yanında her yıl bir kişi Astros'un çayında boğulmuş. Bunun üzerine bir daha kimse yanına yaklaşmamış, ismini anmamış bu suyun. Böylece rahatlamışlar bir süre. Ama yazgı ağlarını örmüş sinsice. Çandarlı'da Kaikos adında soylu ve yiğit bir delikanlı yaşamış zamanında. Bu yiğit, arkadaşı Pindasos ile geyik avına çıkmış günün birinde. Ormanda iz sürmüş ve bir geyiğin peşine düşmüşler. Yayını geren Kaikos okunu geyiğe atmış ki hayvan sıçrayıvermiş. Ok da hayvanın arkasındaki arkadaşını bulmuş. Kaikos çözmüş saçını ve acı acı ağlamış. Irmağın kenarına çıkıp kendini Bakır Çay'a atmış. Çılgın suların sürüklediği ceset sonunda bir ağacın köklerine takılmış. Günler sonra cesedi bulan Pitaneliler lanet etmişler bu deli çaya. Anısı yaşasın diye de Kaikos'un adını çaya vermişler. Ama sular durulmuş artık. Hızlı akan eski zamanların öfkeli suları, şimdi sakinleşmiş ve kendini insanın hizmetine sunmuş.

Haftalık pazarın, PTT'nin ve tabi ki şadırvanın bulunduğu merkez bölgesi bahsi geçen Çandarlı sıcaklığının yoğunlaştığı alan. Buranın evlerinde, sokaklarında her şey insan ölçeğinde. Gözün ve zihnin kavrayabildiği küçük ve sevimli oranlar içinde buluveriyor insan kendini burada. Büyük şehir insanlarının yorgun gözleri dinleniyor.

Kentin en eski yapıları santral binası ve konak. Sokaklarda tarihi bir evin sıvası çatlak beyaz cephesi, metal kafesli bir balkon merhaba diyor size bazen. Kalenin doğu yönündeki evlerin birinde büyük bir dehliz bulunuyor ayrıca. Roma dönemi karakterindeki bu dehliz düzgün işçiliği ile de dikkat çekiyor. Yüzyıllar önce bilinmedik bir dilde bilinmedik fısıltılar yankılandı bu hacimde. Büyük bir yapının parçası olduğu anlaşılan dehlizin üzerinde belki de boyutları kaleyi de aşan bir yapıt yükseliyordu, kim bilir?

Çandarlı Yarımadası'nı çevreleyen 2.5 metre kalınlığındaki antik kent surlarının taşları ise zaman içinde sökülüp yeni yapılarda kullanılmış. Yarımadanın ucunda, deniz kenarında kale burçlarından birinin düzgün kesilmiş taşlarına ve sur izlerine rastlamak mümkün.
 

Çandarlı'nın sahil kahvesinde bir çay içmek, kıyıda ağlarını onaran balıkçılarla selamlaşmak denize dair yeni zevkler tattırıyor insana. Belki daha cazip ama beğenilerin standartlaştığı tatil yörelerinde yakalanamayacak bir his bu. Küçük ve henüz tam keşfedilmemiş Çandarlı birçok şey sunuyor konuğuna. Çandarlı'da gözünüz parlak disko ışıklarıyla değil, denizden yansıyan güneşle kamaşıyor.

Eski kalıntıların çoğu yitip gitmiş zaman içinde gerçi. Bunlardan en ilginci yeldeğirmenleri. Yaşlıların bazılarının hâlâ sözünü ettiği değirmenlerden eser yok artık.

Ama siz Çandarlı'nın eski güzelliklerini görmek için biraz daha derin düşünün ve sezgilerinizi kullanın. Kıyıda saçlarınızı uçuşturan rüzgârın kendisi gitmiş, anısı kalmış bir yeldeğirmeninin kanatları arasından süzülüp geldiğini hissedebilirsiniz belki de...

MYRNA
Çandarlı Körfezi’nin son koyunda, Kocaçay ağzındadır. Kent iki tepe üzerinde uzanmaktadır.

                               arkeolog@postaci.com                                  design @rzawa