Anasayfa   |   EGE  |   AKDENİZ  |   MARMARA |   DOĞU ANADOLU  |  İÇ ANADOLU   |   KARADENİZ


İzmir’e 60 km uzaklıkta, Manisa zirvesinde bir doğa harikası

SPİL DAĞI, KAR VE YILKI ATLARI

Biz egeliyiz. Kar görmediğimizden, fotoğraflardaki kar manzaralarına bakarken içimiz gider. Kırk yılda bir İzmir’e kar yağdığında çoluk
Yılkı Atları çocuk yollara dökülür, uçuşan beyazlıkların altında neşeyle koştururuz. Başka da bir şey yapamayız. Çünkü bizim “kar yağıyor” dediğimiz olay daha yere değmeden suya dönüşen cinsten bir yağıştır. Bu kar budalalığımızı yenmek için kimimiz Uludağ’a gider, çoğunluğumuz da TV’de seyirle yetiniriz. Ama çok azımızın aklına, burnumuzun dibinde üstelik yaz başına kadar karla kaplı yerlere gitmek gelir. Gerçekten de İzmir’e hepsi hepsi 120 km uzaklıktaki Bozdağ ya da sadece 60-70 km uzaklıktaki Spil Dağı gibi olağanüstü yerleri duyarız ama gidip görmeyiz.
İşte ben tipik bir akdenizli olarak pazar günümü koltuk ve masa arasında uyuma ve yeme faaliyetleri ile geçirmeyi düşünürken, büyük kızımın çevre dağlarla ilgili atlatılması kabil olmayan soru bombardımanına tutuldum.
Cevaplandırmak gidip görmekten her nasılsa daha zor geldiği için, ağzımdan “Spil Dağı’na çıkmaya ne dersiniz? Hem kar topu oynar, piknik yaparız” sözleri dökülüverdi.
Sonrasını siz düşünün. Çocuklar sevinçten ortalığı birbirine kattı, apar topar yola çıktık.
İzmir-Manisa yoluna yöneldik. Çok rampa ve virajlı olsa da 3 şeritli ve oldukça bakımlıdır. Sabuncubeli olarak adlandırılan 40 km uzunluğundaki bu yolun bitiminde Manisa’nın sanayi bölgesi başlar.
Manisa’ya girer girmez Spil bütün ihtişamı ile göründü. Ben “işte Spil’ der demez başladılar “geldik mi” demeye. “Ya öyle bir sapak yoksa” veya “ya o sapağı geçtikse” korkusu “Ağlayan Kaya-Niobe” levhası ile son buldu. İzmir istikametinden Manisa’ya girince yaklaşık 2 km sonra sağa ayrılan ulu ağaçlı dere kıyısı yolu takip edince kendimizi Spil’in eteğindeki Ağlayan Kaya-Niobe’nin yanında bulduk.
Mitolojik efsane ile bütünleşen, yaklaşık 30 m. yüksekliğindeki bir kadın başı silüetinin g öze benzeyen kısmından sular akıyormuş. Gerçi biz orada iken su falan akmıyordu ama su aktığı söylenen yerde nem ve yosun varlığı mitolojik efsaneyi doğruluyordu.
Efsaneyi merak edenler için bir tabela vardı ama efsaneyi kaleme alanlar cümle, nokta, virgül gibi kavramların yanısıra bilgi ve anlatım yeteneğinden de yoksun oldukları için yazıyı okumak ve anlamak için geçirdiğimiz dakikalara acıdık.
Ağlayan kayanın hemen yanında levhasından Belediye’nin yaptığırdı bu defa anlaşılan küçük bir anfitiyatro mahalle çocuklarının oyun sahası olarak kullanılmaktaydı.
Yola devam ettik. Manisa’nın kenar mahallerinin sona erdiği yerde bulunan levha Spil tepesinin 27 km ileride olduğunu gösteriyordu. Yükseldikçe Manisa ovasının muhteşem görüntüsü, virajlarda karşımıza çıkıveren Spil’in sarp yamaçları ile karışmaya başladı. 900 metrede bulunan seyir tepesine ulaştığımızda Manisa artık bulutlar arasında şöyle böyle seçiliyordu. 1200 metrede bulunan seyir tepesinde ise İzmir Körfezi Seyir Alanı yazıyordu ama bulutlardan hiç bir şey görünmüyordu.
Dağın platosuna geldiğimizde üzerlerindeki karın ağırlığıyla yıkılacak duruma gelen çam dalları arasından gördüklerimiz aklımızı başımızdan almaya yetmişti. Her yer beyaz, daha doğrusu bembeyazdı.
“Atalanı” denilen bölgeye geldik. Orman Bakanlığı görevlilerine küçük bir giriş parası ödeyip yarım metre karla kaplı alana girdik. 5 dakika geçmemişti ki, buraya neden “Atlanı” dendiğini anladık. İleride karların arasında 10-15 at geziniyordu. Bunu görünce durduk ve motoru susturduk. Fotoğraf makinamı kapıp kendimi karların içine attım. Bata çıka atlara yaklaştım. Olağanüstüydü. Yılkı atları beyazlıklar arasında birbirlerine sokulmuş, karlar arasından ot bulmaya çalışıyorlardı. Büyülenmiştim. Kendimi onlara yaklaşmaktan alıkoyamıyordum. Bu atlar başkaydı. Duruşları, bakışları alıştığımız gibi değildi. Yorgun ve bitkin görünüyorlardı ama onları başkalaştıran gururlu duruşlarıydı. Doğaya ve insana meydan okurcasına, daha yok olmadıklarını, kimseye hizmet etmeden, kimseden yardım almadan yaşayabildiklerini haykırıyorlardı sanki. Makinenin deklanşörüne bastım, bastım. Beni iyice farketmişlerdi ama kaçmadılar. Göz göze kalakaldık. Ta ki iğrenç bir korna sesi, sessizliği yırtana kadar. Geriye döndüler ve ormanın içinde kayboldular.
Kardan daralan yol ancak bir aracın geçişine izin verdiği için yolu kapattığımızı hatırlatan bir mercedesin korna sesiydi bu. “İyi dileklerimi” ardı ardına sıralayıp arabaya döndüm ve yola devam ettik.
Bizimkiler gördükleri karşısında mutlu, karların arasında yuvarlanmak için sabırsız ve cıvıl cıvıldılar.
Konaklama ve Yemek
Platonun ortasında Orman Bakanlığı’na ait ağaç evlerden oluşan 15-20 evlik kamp yeri var. Bu evler için Orman Bakanlığı’na çok küçük bir bedel yatırılıyor ve rezervasyon yaptırılıyor.
Orman Bakanlığı’nın kamp evleri, Spil’de konaklama imkanı sağlıyorEvlerde yatak ve şömine var. Odunu bol. Ancak talep çok ve yer ayırtmak da öyle kolay olmuyor.
Biz biraz daha ileri gitmek istedik ama pişman olduk. Çünkü kara saplanmıştık ve kurtulmak için epey uğraşmak zorunda kaldık.
Oksijenin bolluğu ve Mart güneşinin ısıttığı hava hepimizi acıktırmıştı. Ortası şömineli, ilkel ama şirin kulübede nefis etler, dağın harika suyu, sarıya çalan kaymaklı yoğurdu ile karnımızı doyurduk. Fiyatlar da keseye uygundu doğrusu.
Sıra karlarda yuvarlanmaya gelmişti. Çocuklarla karlarda yuvarlandık, kar topu oynadık ve kardan adam yaptık. Hazırlıksız ve donanımsız kar serüvenimizin sonu gelmişti. Ama bizi bir sürpriz bekliyordu. Geliş yolumuzda trafik kilitlenmişti.
Yemek yediğimiz kulübenin sahibinin önerisini dikkate alarak dağın çıktığımız kuzeybatı yamacı yerine güneydoğu yamacından doğrudan Kemalpaşa’ya, Ankara-İzmir karayoluna indik. Sadece 37 km süren bu yolculukta yol daha güzel, çok daha kısa idi ama Spil’in muhteşem görüntüsü ve Manisa’nın inişteki Osmanlı şehzadelerini hatırlatan dokusu yoktu. Eve geldiğimizde henüz akşam olmamıştı.



                               arkeolog@postaci.com                                  design @rzawa