Anasayfa   |   EGE  |   AKDENİZ  |   MARMARA |   DOĞU ANADOLU  |  İÇ ANADOLU   |   KARADENİZ  


ISPARTA

Davraz dağının eteklerindeki Isparta gül kokulu bir kenttir . Güllerin kokusunu damıtıp, imbiklerden süzüp şişelere doldurmuş Ispartalılar yıllar boyu. Bulgaristan’dan getirilmiş yağ gülleri sevmiş Isparta’nın toprağını, iklimini; çoğaldıkça çoğalmışlar, güzelleştikçe güzelleşmişler. Gül yağı olmuşlar, gül suyu olmuşlar.
Isparta sadece gülleriyle değil, semerleriyle de ünlü. Ispartalıların yaptığı el işi semerler Anadolu’nun diğer yörelerinde de alıcı buluyor.
Isparta çevresindeki tarihi yerleşimlerden toplanan arkeolojik ve etnografik eserler Isparta Müzesi’nde sergileniyor.
Davraz Dağı kış sporları merkezinde yılın 5 ayı kayak yapılabiliyor
 

Isparta, Anadolu'nun batı yakasında, Torosları yararak kuzeyini, güneyine ileten önemli bir kavşak yeridir. Bu önemli kavşak yeri üzerinde kurulmuş oluşu, Isparta tarihinin, Anadolu Tarihi ile birlikte incelenmesi gerektiği gerçeğini ortaya koymaktadır. Şimdiye kadar yapılmış olan arkeolojik kazı ve incelemeler, Anadolu’nun geçirdiği bütün tarihi olayların Isparta'da yapılmış olduğunu, bu dönemlere ait kültür izlerine rastlanıldığını göstermektedir. Bu durum, Türklerin Anadolu'ya girişlerini izleyen günlerden sonraki dönemlerde daha da göze batmaktadır.

Isparta ili ile ilgili tarih öncesi ve tarih çağlarına ait bilgiler ve incelemeler, bugün tam anlamıyla yapılarak, açıklığa kavuşturulmuş değildir. Yakın tarihlerde, bu konuda olumlu çalışmalar yapılmıştır. Prof. H. Louis'in Gümüşgün ve çevresinde, bir İngiliz bilim heyetinin 1911 yıllarında Bayat ve çevresinde, Prof. W. M. Ramsey'in 1924-1925 yıllarında Yalvaç ve çevresinde, Türk Tarih Kurumunun 1944 yılında kurduğu bir bilim heyeti tarafından Gümüşgün, Gönen ve Kuleönü çevrelerinde yaptıkları incelemeler, bu olumlu çalışmaların örnekleridir.

Osmanlı devrine ait kaynaklar ise; Katip Çelebi, Evliya Çelebi notları ile, İbni Batuta ve bazı batılı seyyahların eserleri ve Osmanlı Devleti'nin resmi belgeleridir. Son yıllarda monografik özellikler taşıyan incelemelere rastlanmıştır. Ancak bunların büyük bölümün bugünkü yazıya çevrilmemiş oluşu yararlanma imkanlarını kısıtlamaktadır.

Isparta'nın tarih öncesi ve tarih çağlarının ilk dönemlerinde önemli yerleşme bölgelerinden olan Hacılar(Burdur), Sagalassus(Ağlasun) ve Antiocheia (Yalvaç) çemberi içinde oluşu, tarihinin daha açıklığa kavuşması için çevrede arkeolojik kazı incelemelerinin devamını gerektirmektedir. Bu incelemeler yoğunlaştığı an, Isparta ve çevresinin gerçek tarihi ortaya çıkacaktır.


ISPARTA ADININ KAYNAĞI:
Isparta adının kökeni hakkında çeşitli görüşler vardır. Böcüzade Süleyman Sami'nin Isparta Tarihi'nde, Meydan Larousse'da, Kamus-ul Alam'da Isparta adının, Pisidia şehirlerinden Baris'in yerine kullanıldığı ifade edilmektedir. Baris adının Sanskritçe "Su" anlamına gelen "Vari" kelimesiyle bağlantısı olduğu sanılmaktadır. Bu adın başına "Is" zarf edatı getirilerek Isparita şeklini aldığı, galat olarak "Isparta" denildiği belirtilmektedir.

Diğer bir görüşü ifade eden Turhan Hikmet Dağlıoğlu ile Prof. Unger, Isparta adının "Baride" kelimesinden geldiğini, bu kelimenin Hititçe, belki de Lidya dilinden gelmiş bir sözcük olduğunu, Yunan göçmenlerin Anadolu'ya gelmelerinden sonra. Baride adına "Eis" takısını ekleyerek, "İsbarida" dediklerini açıklamaktadırlar. Daha sora bu adın Türkler tarafından "Isparta" şeklinde kullanıldığı görüşüne, Prof. Osman Turan ve Prof. Ramsey katılmaktadır.

Arap kaynaklarında Isparta adı, Sabarta(İbn-i Batuta'da) olarak geçmektedir. Bu adın, M.Ö. VIII. yüzyılda, Karadeniz'in kuzeyindeki İskitlerce, güneye sürülen Sabardai kavimlerinin ilimize yerleşmeleri sonucu, verildiği ifade edilmektedir.

TARİH ÖNCESİ DÖNEMLERDE ISPARTA:
Pisidya yöresinin önemli yerleşme bölgelerinden biri olan Isparta'nın, tarih öncesi dönemlere kadar ulaştığı bilinmektedir. Yörenin yerleşme tarihi Paleolitik dönemle başlamaktadır. 1944 yılında Şevket Aziz Kansu döneminde yapılan incelemeler sonunda . Bozanönü Ovası'nın ortasında bulunan Kapalıin Mağarası, üst Paleolitik eserleri vermektedir.

Keçiborlu'nun Gümüşgün yakınlarında Prof. Louis'in yaptığı kazılarda, Mezolitik çağına ait "Mikrolit" adı verilen çakmak taşlarına rastlanmıştır. Aynı yörede Şevket Aziz Kansu'nun 1944 yılında yaptığı kazılarda ele geçen buluntular, Mezolitik çağının yörede yaşadığını, yaşayış özelliklerinin de bunu doğruladığını, bu dönem insanın göl ve ırmaklarda besin sağlayarak, topraklarda açtıkları çukurlarla, ilk ilkel sarnıçları yaptıklarını göstermektedir.

Tarih öncesi çağın üçüncü dönemi, Neolitik devri olmuştur. Bu devire ait Yeniköy Hüyüğündeki(Ş.Karaağaç) buluntular bunu doğrulamaktadır. Bunun dışında, bugüne kadar bir yeni kalıntının bulunmaması, doğrudan doğruya yeterli inceleme ve kazının yapılmaması ile ilgilidir. Bu dönem insanı, avcılık ve toplayıcılığın yanı sıra, toprağı ekip biçmeğe, yerleşik köy hayatına da başlamıştır.

Toprak Tok Hüyüğü ve Köşktepe'de rastlanan küp mezarlar ile ele geçen başka buluntular, Isparta'daki yerleşmenin Kalkolitik dönemde de var olduğunu göstermektedir. Kalkolitik dönem sonrası Tunç kültürleri, Pisidya ovasında oldukça yaygın bir biçimde gözlenebilir. "Senirce Kültürü" olarak bilinen Isparta'nın yaklaşık 15 Km kuzeybatısında yer alan Senirce Köyü yakınlarında, 1911 yılında çıkarılan kültürün özünü teşkil eden yivli, çizgili-kabartmalı, siyah-gri yada kırmızı-kahverengi el yapımı çömleklerdir. Senirce'de ki kazının yanı sıra Isparta, Yalvaç, Atabey ve Göndürlü'de yapılan yüzeysel araştırmalar bunların birer "tunç devri" özelliği taşıdığını göstermektedir.

İLKÇAĞLARDA ISPARTA:
Isparta ve havalisinin yani Pisidya'nın eski şehirlerinden olan Baris'in kimler tarafından ve ne zaman kurulduğu söylenemezse de; M.Ö. VI. yüzyıldan itibaren mevcut olduğu sanılmaktadır.

Isparta'nın ilkçağlardaki tarihi, daha ziyade Pisidya bölgesinin genel tarihi akışı içinde ele alınmalıdır. Anadolu’nun tarihi ve medeniyeti ile yakından ilgisi olan Pisidya çevresi, Anadolu'da cereyan eden siyasi olaylarda faal rol oynamış ve zaman zaman büyük devletlerin egemenliği altına girmiştir.

Gerçekte, Isparta ve çevresinde Hititlere ait bazı eserlerin ele geçirilmiş oluşu, bu bölgedeki Hitit hakimiyetine işaret ederse de,Isparta'nın bu devirdeki şehir tarihini, tam anlamı ile açıklığa kavuşturmak mümkün değildir.

Tarihi dönemlerde Hitit egemenliği altındaki bu bölgeye daha sonra İyonlar ve Lidyalılar hakim olmuşlardır. Şehrin tam anlamı ile kuruluşu da Lidya dönemine rastlamıştır. M.Ö. 546 tarihinde Persler'in Lidya Devleti'ni yenmesi ve Anadolu'ya hakim olmaları ile Isparta, Persler'in üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalmıştır.

Persler'in Anadolu'ya sahip olmasından sonra, gerek bağımsızlıklarını elde etmek isteyen Pers valileri, gerekse Küçük Asya'dan Mısır'a kadar uzanan Pers hakimiyetine karşı ayaklanmış ve bu tür isyanlara Isparta ve çevresi de katılmıştır. Gerçekte bu bölge halkının, öteden beri merkezi emirlere pek uymayan topluluklardan ibaret olduğu anlaşılıyor. Nitekim Perslerin Anadolu valisi genç Kyros, büyük kardeşi Artexerxes II'ye karşı yapacağı ayaklanmayı, önce psidya halkı üzerine yöneltmiş ve bir sefer şeklinde yöneltmek istemiştir. Her ne kadar bu olayda Kyros'un gerçek amacının açıklığa çıkması görüşü hakimse de Pisidya halkının daha sonra Romalılar devrinde de bu tutumlarını sürdürmelerini gözden kaçırmamak gerekir.

Öteden beri doğu-batı arasındaki çatışmaları önlemek ve babasının ortaya attığı politikayı gerçekleştirmek isteyen Büyük İskender, M.Ö. 333 yılında Lidya'yı alarak tarihi Asya Seferi'ne başladı. İskender Lidya'ya Nearkhosu vali olarak atayarak Pisidya üzerine yürüdü. Önce Sağlassus'u alan İskender, daha sonra Dinar'a geçerek Pisidya'nın tamamını, ülkesine bağlamış oldu.

Hellenizmin kuvvetli etkisi, başta Sağlassus(Ağlasun) olmak üzere Pisidya şehirlerinde kuvvetle devam etti. Gerek İskender adına, Küçük Asya şehirlerinde basılan sikkeler; gerekse, bugünkü canlılığını muhafaza eden Ağlasun harabeleri bunu açık olarak ispat etmektedir. Bununla beraber, bu dönemde Isparta henüz önemli bir mevkie sahip değildi.

Pisidya İskender İmparatorluğunun parçalanması ile Selefkosların hissesine düştü. Daha sonra da Bergama Krallığı'na bağlandı. Bu Krallığın M.Ö. II. Yüzyılda yıkılmasını izleyen günlerde, Romalılar Anadolu'yu ele geçirmiş oldular.

Yukarıda belirtildiği gibi, bu devirlerde Isparta'nın merkezi bir rol oynadığı görülmektedir. Ancak ilk çağda, yakının da kurulmuş olan Sağlassus ve Isparta'ya 32 Km. mesafede olan Akrotiri (Eğirdir) önemli birer merkezi şehir görevini görüyorlardı. Sebebini, bu şehirlerin savunmaya elverişli olmalarında aramak gerekir. Aynı zamanda Pisidya çevresinde ve Isparta civarında daha bazı şehirler, Isparta ile rekabet halinde ve hatta ondan daha üstün durumda bulunuyorlardı. Şimdiki Atabey'in yerinde bulunan (Argos) Bayat Köyü civarındaki tepe harabelerine rastlanan Selevcia, Sidera, Gönen'in yerinde Conane şehirleri, bu merkezlerin başlıcalarını teşkil ediyordu. Daha sonra bu şehirler, deprem ve istilalar yüzünden harap bir hale gelmiştir. Bunun sonucunda, Isparta karşısında gerilemeye başlamışlardır.

Ağlasun'un eski önemini kaybetmesinden sonra Isparta, Pisidya Piskoposluğu'nun merkezi haline geldi. Bu suretle şehir büyük bir önem kazanmaya başladı.

M.Ö. 190 yılında Selevkoslar, İmparatorları Antiochus III. başkanlığında, Manisa yakınlarında Romalılarla karşılaştılar. Bu karşılaşmada Selevkoslar yenilince ağır şartlarla Apemia (Dinar) Barışı'nı imzalamak zorunda kaldılar. Bu barışa göre; Antiochus III. Anadolu'daki her türlü hakkından vazgeçiyor ve Isparta çevresi Roma hakimiyetini kabul ediyordu. Romalılar kısa bir süre için bu bölgeyi önce Pergamon, daha sonra da M.Ö. 36 yılında Galatlara devretti. Daha sonra Galat Kralı Antiochus'un ölümü üzerine, bu yöre tekrar Roma yönetimine bağlanarak "Colonia Caesar Antiocheia" adı altında Roma askeri kolonisi haline getirilmiş oldu.

Roma yönetimi altındaki Isparta ve çevresi ilk defa büyük ilerlemelere sahne olmuştur. Nitekim bu devrede şehirde para basılmış olması, Isparta’nın önemli bir iktisadi merkez olduğunu ortaya koymaktadır. Bu dönemde Isparta'nın en önemli yerleşim merkezleri (Agrai) Atabey, (Selevcia-Sidera) Bayat, Uluborlu (Apolbuia), Yalvaç (Antiocheia), Sütçüler (Sağrak-Adada), Şarkîkaraağaç (Neapolis), Gelendost (Dabenae)'dır. Sözü edilen merkezlerden Hellenizmin son dönemlerinde kurulan Yalvaç (Antiocheia), Romalılar döneminde büyük bir önem kazanmaya başlamıştır. W. Ramsey'in bu bölgede yaptığı kazılar, Pisidya Antiocheia'sının tarihi rolünü aydınlatmıştır. Burada bulunan Avgustus heykelinin başı, su kemerleri ve diğer kalıntılar, Yalvaç'ın Romalılar devrindeki durumunu aydınlatmaktadır. Roma yönetiminin ikiye ayrılması üzerine Isparta ve çevresi Doğu Roma İmparatorluğu'na bağlanmıştır.

D-İSLAM-SELÇUKLU BEYLİKLERİ DÖNEMİNDE ISPARTA:

Roma İmparatorluğunun M.Ö. 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra Bizans İmparatorluğu'na bağlanan Isparta, VIII. ve IX. yüzyılda yapılan idari ayırıma göre bir eyalet halini alıyor ve bir dini merkez niteliğini taşıyordu.

İslam akınlarının Anadolu’ya yoğunlaştığı son dönemlerinde Avasım Bölgesi'ne yerleştirilen Türkler ve Selçuklu Devleti'nin kurulması Anadolu'nun geleceği için önemli tarihi olayların başlangıcı olmuştur. Bu akınların sonunda kazanılan Malazgirt Meydan Savaşı, Bizans gücünü kırarak, bütün Anadolu kapılarının Türklere açılmasına vesile oldu. Malazgirt Savaşından sonra hızla Anadolu'ya yayılan Türkler (Selçuklular), kısa sürede Batı Anadolu'nun bir çok yerlerini ele geçirdiler. Bizans tarihçilerinin kayıtlarına göre, Anadolu'nun büyük bir kısmının 1018'lerde Türklerin eline geçtiği bilinmektedir. Ancak Isparta'nın ne zaman Türklerin eline geçtiği açık değildir.

Isparta çevresinin orta zamanlarda yaşadığı en önemli siyasi olay Miryo Kefalon zaferi olmuştur. II. Kılıçarslan zamanında (1156-1192) yoğunlaşan Bizans-Selçuklu mücadelesi, 17 Eylül 1176'da Anadolu Selçukluları'nın Bizans ordusunu, Gelendost_Fatlin ovasında büyük bozguna uğratmasıyla sonuçlandı.

Bu zafer tarihçilerin ifadesiyle Anadolu'nun tapusunu Türkler kazandıran bir zafer olmuştur. Zaferden dört gün sonra Gelende-Abed (Gelendost) andlaşması imzalanmıştır. Isparta yöresi bütünüyle kesin olarak 1204 yılında, Kılıçarslan döneminde Anadolu Selçukluları'na katılmıştır. XIII. ve XIV. yüzyıllarda başta Kayılar olmak üzere, Afşar, Çavdar, Bayındır, Bayat, Kınık, Salur, Eğrur gibi oğuz boyları yöreye gelip yerleşmişler ve birer uç karakolu olmuşlardır.

XIII. yüzyıl başlarında yöreye yerleşen Teke aşiretine bağlı Türkmenler, Anadolu Selçuklu Devleti'nin çökmesinden kısa bir süre önce Hamidoğulları Beyliği'ni kurdular. (1300) Beyliğin kurucusu Feleküddin Dündar Bey, Beyliğe büyük babası Hamid Bey'in adını koydu. Merkez olarak da önce Uluborlu'yu, daha sonra da Felekabat (Eğirdir)'i uygun görmüştür.

Beylik, kısa sürede Yalvaç, Şarkîkaraağaç, Keçiborlu, Isparta, Burdur, Gölhisar, Korkuteli, Antalya'ya kadar genişlemiş. Gölhisar, Korkuteli, Antalya yöresinin yönetimi kardeşi Yunus Bey'e verilince, Beyliğin Teke kolu kurulmuş oldu.

Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılışından sonra Konya'da kurulan Karamanoğulları, bütün ülkeye hakim olmak istedi. Ancak Hamidoğulları'nın da bulunduğu uç beyleri, bu teşebbüse karşı koyarak, bağımsızlıklarını korumaya çalıştılar

Dündar Bey, XIV. yüzyıl başlarında oldukça güçlenerek, yöreye hakim olan ve 1314'de Anadolu'ya gelen Emir Çoban kanalı ile İlhanlılara bağlandı. Ancak, 1324'de İlhanlıların Anadolu Valisi Demirtaş, Hamidoğulları Beyliği üzerine yürüdü. Dündar Bey'i Antalya'da öldürerek, yönetimini Yunus Bey'in oğlu Murat Bey'e verdi. 1327'de Dündar Bey'in oğlu Hızır Bey, Anadolu'ya gelerek tekrar yönetimi ele geçirdi. Hızır Bey'in ölümünden sonra 1327'de yerine, Necmeddin İshak Bey geçti. Zamanında yeni düzenlemeler yapıldı. Ordu güçlendirilerek Beyşehir ve Akşehir yöreleri beyliğe katıldı. İshak Bey'in ölümünden sonra yerine, Gölhisar Bey'i olan kardeşi Mehmet Çelebi'nin oğlu Muzafferiddin Mustafa Bey geçti. Onun döneminde beylik, en güçlü günlerini yaşadı. Kesin ölüm tarihi bilinmeyen Muzafferiddin Mustafa Bey'den sonra, oğlu Hüsamettin İlyas Bey tahta geçti. Bu dönemde Hamitoğulları ile Karamanoğulları arasındaki mücadele yoğunlaştı. Karamanoğulları, beyliğin bir bölümünü ele geçirdi ise de; Germiyanoğlu Bey'i Süleyman Şah'ın yardımı ile kaybedilen topraklar geri alındı. Yerine 1374'de Kemalettin Hüseyin Bey geçti. Hüseyin Bey aynı tarihte Karamanoğulları saldırılarını durdurmak için, daha önce Eşrefoğullarından alınan Yalvaç, Şarkîkaraağaç, Beyşehir, Akşehir ve Seydişehir yörelerini, 80.000 altın karşılığında I. Murat döneminde Osmanlılara sattı. Kosova Savaşı'nda I. Murat şehit olunca, Karamanoğulları, Hamidoğulları'nın topraklarını bütünüyle ele geçirdi.

Padişah oluşunu izleyen günlerde Anadolu'da Türk birliğini kurmaya önem veren Yıldırım Beyazıt, Hamit iline yürüyerek 1390 tarihinde bölgenin Osmanlılara katılmasını sağladı. Kemaleddin Hüseyin Bey'in 1391'de ölmesiyle de Hamidoğulları Beyliği sona erdi. Yıldırım Beyazıt bu yörenin yönetimini oğlu İsa Çelebi'ye bıraktı. Timur'un Anadolu’yu istilası sırasında bu yöre Karamanoğullarına verildi ise de 1415'de tekrar Osmanlılara bağlanmıştır.

OSMANLILAR DEVRİNDE ISPARTA:
Isparta'nın Osmanlı Devleti'ne bağlanmasından sonra, XVI. yüzyıl başlarına kadar önemli bir olay olmamıştır. Bu dönemlerde sancak beylerinin etkisi ile imar faaliyetlerine hız verilmiştir. Firdevs Bey zamanında yapılan cami ve bedesten, bu dönemin en önemli eserleridir.

Aynı yıllarda Isparta ve Uluborlu, Göller Yöresinin en önemli ticaret pazarıydı. Özellikle Beylikler döneminden başlamak suretiyle Isparta, bir dokumacılık merkezi olmuş ve dış pazarlarda önem kazanmaya başlamıştır.

XVI. Yüzyılın ilk yarısında, Osmanlı Devleti'ni uzun süre uğraştıran Şahkulu ayaklanması, Isparta, Gölhisar, Burdur yörelerini de etkilemiştir. Bu ayaklanma sırasında şehir yağmalanmış ve çok sayıda insan katledilmiştir. Ayaklanma 1511'de Şahkulu'nun öldürülmesi ile sonuçlandırılmıştır.

Bu yüzyılın ikinci yarısında patlak veren Celali isyanlarından Isparta'da nasibini almış ve ekonomik yönden büyük zarar vermiştir. Celali isyanlarının bastırılmasından sonra Isparta, eski ekonomik yapısına kavuşmuştur. Evliya Çelebi'nin şehri "Medine-i Müzeyyen" şeklinde tanımlaması, bayındır, meyvadar, bağ ve bahçeleri bol, boyaları ve boyahaneleri zengin olarak göstermesi bunu doğrulamaktadır.

Isparta'nın XVIII. yüzyılda, çeşitli deprem ve su baskınlarından zarar gördüğü bilinmektedir. Nitekim, 1706'da Isparta'yı ziyaret eden Fransız gezginci Paul Lucas, şehri, "yün, deri ve afyon ticareti ile zengin bir yer" olarak nitelerken, aynı zamanda deprem ve su baskınlarından da zarar gördüğünü belirtmektedir. 1780'de Gölcük Gölü'nün taşması ile meydana gelen büyük sel, Tekke ve yayla mahallelerini tahrip etmiştir. Dönemin valisi Sait Paşa'nın annesi Taçlı Hatun, bu felaketlerin önüne geçmek için Dere Mahallesi'nde bir kanal açtırmıştır.

XIX. Yüzyılda Isparta bir veba salgını geçirmiştir (1830). Bu salgın sonunda 200-300 kişi hayatını kaybetmiştir. Aynı dönemde ilk kız Rüştiyesi, "İnas Rüştiyesi" adı altında açılmıştır.

Bütün bu özelliklerine rağmen şehrin, 1899 ve 1914 depremlerinden büyük ölçüde mal ve can kaybına uğradığı bilinmektedir. 1914 depreminde, insanların işyerlerinde olmalarına rağmen 500'e yakın can kaybına yol açtığı ve ekonomik zararın büyük olduğu ifade edilmektedir. Bu deprem sırasında şehrin üç günde 467 defa sallandığı belirtilmektedir.

Osmanlıların son döneminde Eğirdir, ulaşım bakımından İzmir-Aydın demiryoluna bağlanmıştır. Aynı günlerde, dokumacılığın makine ile yapımına geçilmiştir.

MİLLİ MÜCADELEDE ISPARTA:
Yakın çağın başlangıcında (1914-1918), İngiltere ve Almanya arasında başlayan ve dünyaya çeşitli yönlerden yeni bir çehre kazandıran I. Cihan Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu'nu da etkilemiştir. 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Antlaşmasının 7. maddesi doğrultusunda, galip ülkeler, daha önce kendi aralarında yaptıkları gizli antlaşmalara göre çeşitli bölgeleri işgal etmeye başladılar.


Isparta, 1919-1923 yılları arasında Mütareke ve Milli Mücadele döneminde söz konusu işgallerden en az etkilenen, sayılı illerden biri olarak kaldı. Mondros ve yürürlüğe girmeyen Sevr Antlaşması'nda İtalyan nüfusuna bırakılan Isparta, hemen hemen bütün Ege'ye yayılan Yunan işgaline uğramadı. Direnişin büyük boyutlara ulaşması sonucunda İtalyanlar da Isparta'ya giremediler.

                               arkeolog@postaci.com                                  design @rzawa