Anasayfa   |   EGE  |   AKDENİZ  |   MARMARA |   DOĞU ANADOLU  |  İÇ ANADOLU   |   KARADENİZ


Tarlalar arasında, yeşilin içinde geçer İğneada yolculuğu. Istranca Dağları’nda zirve noktaya ulaşılır ve o bildik orman kokusu eşliğinde, virajlarla sürer gider... Karadeniz sınırındaki bu kasaba, başta İstanbullular olmak üzere büyük şehir insanı için ve özellikle de yaz aylarında güzel bir manzaralı tur seçeneği...
 

Yağmurlu bir cumartesi sabahı arabanın kontağını çevirdim keyifle. Yağmura rağmen keyifliydim, çünkü yine yola çıkıyordum. Bu sefer rotam Bulgar sınırına doğruydu; Karadeniz kıyısındaki en son kasabaya, İğneada'ya...

Çerkezköy yakınlarında otoyolu terkederek normal karayolunda gitmeye başladım. Vize'ye kadar, her karışı ekili Trakya Ovası'nda oldukça monoton devam eden yol, Istranca Dağları'na yaklaşınca bir anda değişti. Ekili topraklar yerini çok sık, yaprak döken ağaçlardan oluşan bir ormana bıraktı. Baharın ortasında taze yeşermiş ormanın içinde yol, sert virajlarla kıvrıla kıvrıla devam ediyordu. Böyle bir yolda araba kullanmanın zevkine doyum olmuyor. Üstelik altımdaki bir Wolksvagen Golf ve ben bu yolculuktan inanılmaz keyif alıyorum...

İnsanı sarhoş eden nemli orman kokusunun eşliğinde virajların ritmine kendimi kaptırıp, arabamla adeta dans ederek yoluma devam ederek, ve ne yazık ki topu topu 50 kilometre sonra İğneada'ya ulaştım.

İğneada batıda Türkiye'nin en uç noktalarından biri. Bulgaristan sınırına sadece 15 kilometre mesafede Karadeniz kıyısında küçük bir nahiye. Sınıra bu kadar yakın olması ve deniz kıyısında bulunması sayesinde odukça ünlenmiş. Büyük şehir gezginlerinin çoğu da burayı ya görmüş ya da en azından ismini duymuş.

Burayı görülmeye layık kılan sadece konumu değil aslında. Kilometrelerce uzanan kumsalı yaz aylarında deniz meraklılarını oldukça tatmin edebilecek nitelikte. Doğu Karadeniz kıyılarını aratmayacak canlılıktaki yeşil denize kadar devam ediyor.
 

Sahip olduğu tüm doğal güzelliklerine karşın turizme yönelik bir altyapı oluşmamış henüz. Gecelemek için otel, motel gibi konaklama tesisleri yok. Bunların yerine bol sayıda pansiyon var. Yazın hemen herkes evinin birkaç odasını pansiyon olarak değerlendirerek ek bir gelir elde ediyor. Ve bunların sadece bir iki tanesi kış aylarında da odalarını gelen gezginlere açıyor.

Bu açık olan pansiyonlardan birinde geçirdiğim gecenin ardından günün ilk ışıklarıyla uyandım. Deniz kıyısında bulunan bir balıkçı kasabası olduğundan İğneada'da hayat oldukça erken başlıyor. Ben kıyıya indiğimde tekneler çoktan denize açılmıştı. Çoğu birkaç metre boyunda küçük, kürekli sandallardı gördüklerim. Kıyıdan altı üstü yüz, en fazla iki yüz metre açıkta ağ atmışlardı.

Teknelerin dönmesini beklemeden Bulgar sınırında bulunan Beğendik köyüne doğru yolaİğneada çıktım. İğneada'ya 12 kilometre uzaklıkta bulunan köye doğru yol alırken birden yola bir at fırladı. Daha ne olduğunu anlamadan, arkasından bir tane daha, sonra bir tane daha... Ve sonra da ufak bir at sürüsü yolun bir yanından öbür yanına geçti.

Doğrusu ya buna benzer bir manzarayı en son Kırgızistan'da görmüştüm. Anadolu topraklarında bu kadar çok atı bir arada görmeye pek alışık olduğumu söyleyemeyeceğim. Şaşkınlık içinde yola devam ederken 5 dakika sonra bir sürüyle daha karşılaşınca bu sefer arabayı durdurup dışarı çıktım.

Yolun etrafındaki yüksek çalıları aşıp yemyeşil bir otlağa çıktığımda gözlerime inanamadım. Her taraf at doluydu. Şaşkınlık içinde tekrar yola çıktığımda yine yolun sağında solunda bir sürü otlayan ata rastladım. Köye varır varmaz ilk gördüğüm adamı çevirip sordum yolda rastladığım bunca atın nedenini. Burada at çok kullanılan bir hayvanmış. Her evin birden fazla atı varmış. Bunlar beslensin diye kışın kendi başlarına bırakılırmış. Sürü halinde dolaştıkları için kurt, çakal gibi vahşi hayvanlar zarar veremezmiş. Yaz başına doğru herkes kendi atını bulur ve bir sonraki kışa kadar çalıştırırlarmış.

Arabayı köyde bırakıp atlarla dolu otlakların arasından geçip sahile indim. Bulgaristan sınırı buradan son derece rahat biçimde görülüyor. Sınırı Rezve Deresi oluşturuyor. Derenin hemen arkasında bulunan Bulgar köyü Rezova o kadar yakın ki. Arada sınır kapısı olmasa, altı üstü on dakikalık yürüme mesafesi.

Saat öğleyi çoktan geçmişti. Biraz da ormanda vakit geçirerek dönmeye karar verdim.İğneada - Beğendik köyü Dönüş yolu üzerindeki Demirköy'de arabayı park edip kısa bir orman yürüyüşü yapmak hiç de fena olmayabilirdi. Elinde fotoğraf makinası, ortalıkta dolanan bir yabancı olarak, bir rehber bulmam çok zor olmadı doğrusu.

‘‘N'aparsın buralarda’’ diye sorarak bir genç yaklaştı yanıma. Koyu bir Trakya aksanıyla konuşuyordu. ‘‘Hiç, geziyorum işte’’ diye yanıt verdim. ‘‘Sen hiç korkmaz mısın, ormanın içinde kayboluverirsin vallahi. Ben seninle gelip yol göstereyim. Güzel yerleri vardır bizim buraların.’’

Yaklaşık 2 saat kadar dolaştık beraberce. Bu orman yürüyüşü iyi bir yemek üzerine yenen nefis bir tatlı gibi gelmişti doğrusu. Yanımda yöreyi iyi tanıyan rehberimle ormanda yürüyüşümün ardından geri döndüm. Zihnimdeki bir sürü güzel görüntünün tadıyla arabanın kontağını bir kez daha çevirdim. İstanbul'a geri dönme vakti çoktan gelmişti.

                               arkeolog@postaci.com                                  design @rzawa