TOPKAPI SARAYI MÜZESİ
Osmanlı
İmparatorluğu'nun başkent İstanbul'da yönetim sarayı ve
hanedanlık ikametgâhı olarak kullanılan Topkapı Sarayı, Fatih
Sultan Mehmed'in İstanbul'u fethetmesinden kısa bir süre sonra
1473 yılında tamamlanmıştır. Osmanlı hanedanı, Topkapı
Sarayı'nı 19. yüzyılda Boğaziçi Sarayları'na yerleşene kadar
kullanmıştır. Saray, Cumhuriyet'in ilanından sonra 3 Nisan
1924'te Atatürk'ün emriyle müze haline getirilmiştir. Çeşitli
dönemlerde, değişik sultanların emirleriyle yapılan ek yapılar
ve yenilenmelerle görkemli bir boyut ve işlev çeşitliliği
kazanan saray, bu görünümüyle Osmanlı Devlet kurumlaşmasının
bir yansıması olmuştur. Osmanlı saray protokol ve
hiyerarşisinin zamanla kazandığı görkem ve çok ünitelilik
Topkapı Sarayı mimarisine de yansımış, hatta devletin
yükselişi ve çöküşü de sanatsal anlatımını bu sarayda
bulmuştur. Tüm bu büyük geçmişi dekorlayan dramatik olaylar
süreci ile saray, dünya müzeleri arasında tarihsel yaşantısı
ile günümüze ulaşabilmiş ender örneklerden biridir. Fatih
Sultan Mehmed'in İstanbul ile sembolleşen Bizans ile birlikte
Ortadoğu'nun imparatorluk geleneğine de varis olması, göreceli
olarak dinamik ve göçer Asya-Anadolu geleneği ile yoğrulmuş
olan önceki Osmanlı yönetim sisteminde önemli nitelik
değişmelerine neden olmuştur. Bu özelliğin sultan ve ailesiyle
bütünleşen mutlak idare kavramına güç verdiği ve saray
kurumunun Fatih Kanunnamesi ile bilinçli olarak bir
imparatorluk sistemine uyacak şekilde hiyerarşik kademelenme
ve görkem kazandığı görülür. Bu nitelik değişiminin unsurları
aşamalı olarak Topkapı Sarayı'nda görülebilir. Topkapı Sarayı,
İstanbul topografyasını oluşturan Marmara Denizi, İstanbul
Boğazı ve Haliç arasında tarihsel İstanbul Yarımadası'nın
ucundaki Sarayburnu'nda Bizans akropolü üzerinde inşa
edilmiştir. Saray, kara tarafında Fatih'in yaptırdığı Sur-u
Sultani, deniz yönünde ise Bizans Surları ile şehirden
ayrılmıştır. Çeşitli kara ve deniz kapılarıyla saray içinde
değişik işlevleri olan kapıların dışında anıtsal giriş,
Ayasofya arkasındaki Bab-ı Humayun'la (Saltanat Kapısı)
sağlanır. Yüzyıllar boyunca her türlü görkem ve protokol
detaylarının yaşandığı sarayda sağlam devlet anlayışının
gereksindiği işlevsel sadeliğin mekâna yansıması, daha girişte
başlamaktadır. Bu kapı, aslında 15. yüzyıldaki karakterleriyle
bir kale-saray olan yapının görünümüne uygundur. Halkın da
girebildiği bu kapının üzerinde 19. yüzyıl sonlarına kadar
ayakta kalan bir köşk vardı ki, bu yapıda alayların izlendiği
ve özel hazinelerin saklandığı bilinir.
Sarayın I. yer olarak adlandırılan en geniş avlusu, Haliç ve
Marmara yönünde uzanan Hasbahçe'den ancak ana eksende oluşuyla
ayrılır. Bab-ı Hümayun ile iç sarayın başladığı Bab-üs Selam
arasında yer alan bu alanda iki yanda sarayın büyük ölçüde
günümüze ulaşmamış olan ve Bostancılar denetimindeki Birun
(dış) hizmet binaları vardır. Solda odun ambarları, cebehane
olarak kullanılan Hagia Eirene Kilisesi, 18. yüzyılda
yenilenip genişletilen darphane binaları günümüze ulaşan
yapılardır. Saraya gelen devletlilerin ve yabancı elçilerin
atlarını bağladıkları bir revak önünde Deavi Kasrı denilen
dilekçe dairesi ve Ebniye-i Hassa ambarları arka arkaya
sıralanırlardı. Sağda ise sırasıyla Gülhane Hastanesi, Has
Fırın ve sarayın su dağıtım sistemini oluşturan dolap ocağı
birinci avluyu sınırlayan yapılardı. Her dönemde sarayı
çevreleyen Hasbahçe çeşitli köşklerle doluydu. Bu köşklerden
ilki, Bab-ı Ali karşısında çokgen bir burç üzerinde yükselen
Alay Köşkü'dür. Sultanların çeşitli alayları seyrettiği bu
mekân, 19. yüzyılda Ampir üsluba uygun olarak yenilenmiştir.
Haliç yönünde ve Sirkeci tarafında çokgen bir açık seyir köşkü
olan Yalı Köşkü'nde padişahlar her sene donanmanın denize
çıkışını seyrederdi. 19.yüzyıl sonlarında demiryolunun
bahçeden geçirilmesi nedeniyle bu köşk yıktırılmıştır.
Günümüze ulaşan bir 17.yüzyıl yapısı olan klasik karakterli
Sepetçiler Kasrı'ndan harem halkının bu törenleri izlediği
sanılır. Bu alanda bostancılara ait çeşitli koğuş ve yapıların
yanı sıra en ünlü köşk, Fatih Sultan Mehmed'in saray ile
birlikte yaptırdığı Çinili Köşk'tü. Çinileri ve eyvanlı
merkezi planıyla Timurlu mimarisi hatlarını taşıyan bu sefa
köşkünün geniş arsasına II. Abdülhamid Dönemi'nde arkeoloji
müzeleri yerleştirilmiştir. Sarayburnu'nda kuleli ve toplu bir
kapı nedeniyle geç devirde Topkapı ismini alan Saray-ı
Cedid'in bu kapısının önünde, 16.yüzyıl başından kalan revaklı
Mermer Köşk'ten başlamak üzere, Marmara kıyısına 18.yüzyıl ve
sonlarında yapılmış ahşap ve yazlık Rokoko üsluplu Sahilsaray
vardı. 1860'larda yanan ve demiryoluna harcanan bu sarayın
ilerisinde sur üzerinde altyapısı görülen İncili Köşk ise,
sadrazam Koca Sinan Paşa'nın mimarbaşı Davud Ağa'ya yaptırıp;
III. Murad'a sunduğu muhteşem bir seyir köşküydü. Sarayı
çeviren Marmara suru, Balıkhane ve Ahırkapı gibi işlevlerini
belirten iki kapı ile bitmekteydi; sarayın büyük ahırlarını
içeren bu köşkteki yapılaşmadan günümüze sadece III. Osman
Devri'nde yapılan fener ulaşmıştır. Gülhane Hatt-ı
Hümayun'unun okunduğu Hasbahçe'nin bu yönünde Bizans
Dönemi'nde de aynı amaçla kullanıldığı sanılan bir Cirit
Meydanı, İshak Paşa ve Gülhane Kasırları gibi yapılarla
Bizans'ın Manganlar Sarayı kalıntılarının olduğu görülür.
I. avluda, Bab-ı Hümayun'u Bab-üs Selam'a bağlayan ağaçlı
yolda sultanların seferden dönüş ve gidişleri, Cuma
Selamlıkları gibi törensel günlerde büyük bir ihtişamla
avludan geçtikleri görülürdü. Yeniçerilerin bu avluyu saraya
karşı geldiklerinde kullandıkları ve kapıları açtıkları
bilinir. Sarayın Bab-üs Selam denilen kuleli kapısıyla çağdaş
Avrupa kulelerini andıran ikinci kapısının belirlediği asıl
saray bölümü, Sur-u Sultani içindeki iç kaleyi oluşturur.
Çeşitli yapıların sur benzeri düz sağlam bir duvar inşaatıyla
sınırlandığı ve avlulara burç gibi çıkma yaptığı bu alan, arka
arkaya üç değişik işlevli avlu ile çevresindeki yapılarla
saray bütününü oluşturur. Sultandan başka kimsenin at üzerinde
giremediği Divan Meydanı denilen ön avlu, yapılarıyla birlikte
saraydaki devlet yönetiminin zirvesi olan bir mekândır. Bu
avluda tarihte çeşitli hayvanların da gezdiği bahçe taksimatı
arasındaki eksenlerden en önemlisi karşıda sultanı temsil eden
Bab-üs Saade eksenidir. Meydana işlevini veren ve gövdesi
Fatih Dönemi'nden kalan Adalet Kulesi altındaki üç kubbeli ve
revaklı Divan-ı Hümayun ise sol kanatta bulunur. Haftada dört
gün sadrazam ve vezirlerle devlet işlerinin karara bağlandığı
bu resmi mekân Divanhane- burada kabine toplantısı yapıldığı
gibi, elçiler de kabul edilirdi- kalem ve defterhane
bölümlerinden oluşur. Bu yapının arkasındaki çok kubbeli ve
masif duvarlı Dış Hazine ise devletin resmi hazinesini
depolamak amacıyla yapılmıştır. Sadrazam tarafından
kullanılabilen bu hazineden ayrıca yeniçerilere üç ayda bir
ulufe dağıtılır ve bunun için avluda elçilerin de hazır
bulunduğu görkemli galebe divanları yapılırdı. Saray müze
işlevini kazandıktan sonra, bu bölüm, Erken İslam Dönemi'nden
20.yüzyıl başlarına kadar olan döneme ait silahların
sergilenmesine ayrılmıştır. Burada İslam Türk ve Orta Doğu'ya
özgü silahlar da bulunmaktadır. Kubbealtı, Haliç yönünde,
gizemli Harem Dairesi'nin küçük ve silik "Arabalar Kapısı" ile
ayrılmaktadır. Divan Meydanı'nı da Haliç yönünde Hasbahçe'ye,
sultanların saraydan çıkışlarında kullandıkları Hasahır
sistemine bağlamaktadır. Kendine ait daha alçaktaki bir avluda
yer alarak sarayı sınırlayan Hasahır'ların sarayın ilk
yapılarından biri olduğu bilinir. Sultanların az sayıdaki
seçme atını barındırmış olan bu ahır, saray yaşantısında "imrahor"
denilen bir yöneticinin sorumluluğunda, başlı başına bir at
koşum takımı hazinesi olan raht hazinesi'ni de içerirdi.
Özellikle resmi alaylarda ve yabancı ülkelere gönderilen
hediyeler arasında görülen bu hazinenin koşum takımlarının
murassa olmasına dikkat edilirdi. Bu alanda göze çarpan bir
başka yapı da Beşir Ağa Camii'dir. Divan Meydanı'nın bu yönde
diğer bir işlevsel yapı grubu da Baltacılar Koğuşu'dur. Güçlü
gençlerden devşirme usulüyle saraya getirilen bu kadro,
sarayda teşrifatçılığın yanı sıra, her türlü taşıma işinde
selamlık ve hareme hizmet ederdi. 16.yüzyıl sonlarında
genişletilerek son şeklini alan Baltacılar Koğuşu; Divan
Meydanı, Harem, Hasahır yönüne açılan bir avlu çevresindeki
hamamı, koğuşu, camii ve çubuk odası ile özgün bir mahalle
görünümündedir.
Divan Meydanı'nda yapılan işlerle temsil edilen devletin
kudreti, avlunun sağ kanadında bir revak arkasındaki anıtsal
mutfak yapılarıyla anlam kazanırdı. Boydan boya uzanan özel,
ince uzun bir avlunun Marmara tarafındaki anıtsal yapıları;
günümüzde saray arşivi ve kumaş deposu olarak kullanılan
yağhane ve kiler, ahşap Aşçılar Mescidi ve nihayet bacaların
oluşturduğu görkemli cephesiyle bu büyük şehre girişte sarayı
vurgulayan mutfaklardır. Harem'e, sadrazam ve enderun halkıyla
birlikte sultan ve harem'e hizmet veren bu dev yapıda, normal
günlerde sarayın beş bin kişiden aşağı düşmeyen halkına
sürekli yemek verilirdi. Tüm imparatorluk sahasında üretilen
gıda çeşitlerinin en kaliteli örnekleriyle donatılmış bu
mutfakların, Osmanlı kültüründe ayrı bir yeri vardır. Bugün,
Osmanlı Sarayı'nda itibar görmüş, sürekli ithal edilmiş veya
hediye olarak gelmiş Çin ve Japon seramik sanatının ürünleri
bu yapılarda sergilenmektedir. Mutfakların helvahane ve
şerbethane bölümlerinde ise Türk mutfak eşyaları ile Osmanlı
Yıldız porselenleri ve cam eserleri sergilenmektedir. Bir
zamanlar aşçıların koğuşu olan karşı binaların yerinde ise,
Avrupa porselenleri ve gümüşleri yer almaktadır. Divan
Meydanı'nı sarayda padişahların selamlık hayatının geçtiği iç
saray teşkilatının bulunduğu mekânları içeren Enderun
Avlusu'na Bab-üs Saade (kapısı) bağlar. Sultanı temsil eden
kapıda cülus, biat, bayramlaşma ayak divanı ve cenaze
törenleri yapılırdı. Bu olayların dışında sultanlar kapıyı ve
Divan Meydanı'nı kullanmazlardı. Padişah evinin cümle kapısı
olarak kapalı tutulan kapının arkasına izinsiz geçmek, mutlak
iktidara yapılan en büyük hukuk ihlâli sayılırdı. Bab-üs Saade
Ağası denilen saray sorumlusunun kontrolündeki bu baldaken
formlu geçit, günümüze 18.yüzyıl sonlarında yapılan Rokoko
düzenlemelerle ulaşmaktadır. Sarayın padişah öncülüğünde
oluşturulan selamlık bölümü Enderun, "Harem-i Hümayun" olarak
da adlandırılmaktadır. Bu bölüm, günün geçirildiği Selamlık
ile gecenin geçirildiği Harem bölümlerinden oluşmaktadır.
Devlete yüksek bürokrat ve askeri şef yetiştiren eğitim
aşamaları Enderun avlusunun biçimlenmesinde önemli rol
oynamıştır. Bab-üs Saade ağasının kontrolündeki bu bölüm
sultanın şahsına ait yapılardan ilki Bab-üs Saade
bütünlüğündeki Arz Odası'dır. Revaklı ve tek hacimli bu
sembolik mekân, sarayın ortasındaki konumuyla da Osmanlı
merkeziyetçiliğinin sembolüdür. 16.yüzyılda donatılan bu mekân
bu yüzyıl sonunda konulan baldaken taht, sultanın divan
üyelerini ve yabancı devlet elçilerini kabullerinde ve
cüluslarında kullandıkları mücevher döşemeli tahttır.
Sultanların resmi kabul salonu olan bu yapının kendine özgü
zengin dekoru ve protokolü, sultanla yüz yüze gelme şerefine
erişebilen nadir bir grubun görebildiği şeylerdi. Bu yapının
arkasında sarayda özel bir ilgi unsuru olan ve kudret sembolü
olarak da görülen süs ve av kuşlarının bulunduğu 16.yüzyıldan
kalma Havuzlu Köşk vardı. 18.yüzyıl başında III. Ahmed'in Lale
Devri'nin zarif klasik üslubuyla inşa ettirip Enderun
ağalarına vakfettiği kütüphanesi ise çıkmalı, merkezi planıyla
bir diğer sultan yapısıdır. Sultana ait yapıların bu avludaki
diğer örnekleri avlu köşelerindeki Enderun Hazinesi (Fatih
Köşkü) ve Hasoda'dır (Kutsal Emanetler Dairesi). Fatih Sultan
Mehmed'in sarayla birlikte yaptırdığı revaklı ve muhteşem
İstanbul manzarasına mermer bir terasla açılan klasik Osmanlı
konutu tipindeki kesme taştan köşkün, planına rağmen, baştan
beri Osmanlı saray hazinesi olarak kullanıldığı anlaşılır.
Arka arkaya kubbeli odaların gerisinde sultan ve enderun
ağalarına ait anıtsal bir hamamı da içerdiği bilinen bu
binaların hazine eşyasını koymak amacıyla kullanılmış geniş
bodrum katları vardır. Sultanların her türlü varidattan ve
tabi ülke harçlarından aldıkları beşte bir payın ve hanedan
haslarıyla hadika saraylarının gelirlerinin nakit bölümünü
oluşturduğu bu efsanevi hazine, aynı zamanda saltanat
mücevherleri ve takılar başta olmak üzere ihsan edilen
kürkler, hil'atlar, zengin saray giysi ve kumaşları, değerli
yazmalar, kutsal emanetler gibi saray için üretilmiş veya
hediye olarak gönderilmiş her türlü sanat eserini de içeren
bir koleksiyondu. Sarayın devlet hazinesinden ayrı olarak
finanse edildiği bu ihtiyat hazinesi ve sanat koleksiyonu,
devlet maliyesi sıkıştığında devreye girerdi. Günümüzde de
Osmanlı Hazinesi'nin teşhiri için kullanılan bu mekânlarda,
sayısız murassa eser arasında dört taht (Bayramlaşma-Cülus,
İtfariyye, Sefer ve Nadir Şah tahtları), Osmanlı hükümdarlık
sembolü olan askı ve sorguçlar, Topkapı Hançeri ve Kaşıkçı
Elması en ünlüleridir. Hazinedarbaşı sorumluluğunda hazine
koğuşu erkânıyla birlikte sultanların girebildikleri hazineden
eşya yazılı olarak çıkar ve iade edilirdi. Kullanım hakkı
hanedanda, ancak mülkiyeti millete ait olan bu hazineye
sultanların zaman zaman ecdadlarından kalan ve kendi
dönemlerinde konulan eserleri incelemek için girdikleri
bilinir. Yabancı hükümdarlardan değerli hediyeler hazineye
geldiği gibi, bu hükümdarlara aynı değerde hediyeler giderdi.
Hazine envanterinin bir bölümünü sultanların kutsal yerler
için gönderdikleri eserler oluşturmaktadır.
Enderun avlusunda sultanlara ait en önemli yapı, Hasoda'dır.
15.yüzyılda dörtlü bir geometrik planla yapılmış bu değerli
yapı, sultanların saray selamlığındaki özel ikametgâhları idi.
Arzhane, Aslanhane, Hasoda gibi bölümlere ayrılan bu mekânda
sultan şehzadeleri başta olmak üzere enderun ağaları ile
görüşür, eğlenir, divan vezirlerini zaman zaman kabul ederdi.
Bu gelenek 17. yüzyıla kadar sürmüştür. Baştan başa çeşitli
dönemlerin çinileriyle kaplanmış olan bu bina 19.yüzyıldan
beri Kutsal Emanetler'in teşhiri amacıyla kullanılır. Yavuz
Sultan Selim'in 16.yüzyıl başlarında Memluk İmparatorluğu'nun
yıkılmasından sonra, Mekke ve Medine'den Hz. Muhammed ve ilk
halifelerin kutsal eşyalarını ve röliklerini Abbasi Halifeliği
kanalıyla getirip Hazine ve Hasoda'ya aldırarak İslam halifesi
olduğunu bildirmiştir. Osmanlı Sultanları için ümmet esasına
dayalı bir imparatorluğun yöneticisi olarak bu eserleri
korumak ve onların temsil ettiği ideal uğruna yaşamak başlıca
yönetim prensibi olmuştur. Bu eserler arasında Hz. Muhammed'in
hırkası (Hırka-i Saadet), kılıçları, rölikleri, Sancak-ı
Şerif, ilk halifelerin kılıçları, semavi dinlerin
tarihlerinden gelen çeşitli eserler vardır. Bu eserler,
Ramazan ayının onbeşinde bir saray töreniyle saraylılara,
vezirlere ve harem halkına gösterilirdi. Enderun Avlusu'na ve
Harem Dairesi yanındaki sultanların özel avlusu olan Sofa-i
Hümayun Taşlığı'na açılan Hasoda'nın bakımında görevli 40 ağa
enderun mektebinin en yüksek aşamasına gelmiş ve sultanla
beraber olmaya hak kazanmış ağalardır. Enderun avlusunun
ağaların eğitim yeri ve ikametgâhı olan koğuşları ise
kenarları sınırlamaktadır. Avluya revaklarla açılan ve içte
küçük hol çevresinde koğuş ve hamam mekânlarına sahip olan bu
koğuşların eğitim kademesine göre sıralanan bir düzeni vardı.
Bab-üs Saade'nin yanlarında acemi ağalara mahsus Büyük ve
Küçük Oda Koğuşları, 17. yüzyılda II. Selim Hamamı'nın
yıkılmasından sonra yapılmıştır. Günümüzde bu koğuşta padişah
ve hanedana ait elbiseler sergilenmektedir. Hazine ile Hasoda
arasındaki avlu kenarında ise kilerler ve hazine koğuşları
bulunurdu. Sultanın her türlü yemek ve ikram hizmetlerini
sağlayan bu koğuş, günümüzde müzenin idari bölümü olarak
kullanılmaktadır. Bu koğuşlardan Hazine ve Hasoda Koğuşu,
Enderun Hazinesi'nin korunduğu Hazine Koğuşu Binası,
günümüzde, Osmanlı İslâm minyatür, yazı ve hat gereçlerinin
sergisinde kullanılmaktadır. Enderun avlusunda ve özgün
yapısıyla Fatih Dönemi'nden kalan Ağalar Camii yer almaktadır.
Burada enderun ağalarının yanı sıra olduğu kadar padişah da
ibadet ederdi. 18.yüzyıldan kaldığı sanılan ve 17.yüzyıl
Osmanlı çini sanatının zengin örneklerini içeren bu üç bölümlü
yapı, bugün müze kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. Enderun
Avlusu'nun koğuşları arasında sarayın IV. yeri olan iç bahçe
ve kasır geçişleri gibi Harem'in Kuşhane Kapısı da bu avluya
açılmaktadır. Burada ayrıca padişaha ait özel bir mutfak
teşkilatı da yer almaktadır.
Sarayın, Sarayburnu'na bakan arka bölümünde sultanın ve
ailesinin zevkine mahsus köşkler vardır. Hasoda ve Harem gibi,
sarayın hanedanını ilgilendiren özel bölümlerden biri olan
Sofa-i Hümayun terası üzerindeki mermer havuz, köşkleri
birbirinden ayırmaktadır. Seyir köşkü olmalarının yanı sıra
sohbet, giyinme ve kütüphane mekanları da olan bu köşklerden
Sünnet Odası, özellikle cephesindeki renkli sırlarla göze
çarpmaktadır. IV. Murad'ın Revan ve Bağdat Fetihleri'nin
anısına yaptırdığı kubbeli ve eyvanlı çokgen köşkler ise
Osmanlı klasik saray mimarlığının son örnekleridir. Revaklarla
avluya açılan bu köşklerin cepheleri de çini kaplıdır.
Eyvanlardaki sedirleri, kubbeli orta mekânlardaki mangalları
ve görkemli çini süslemeye katılan tombak ocakları ile bu
köşkler, sarayda sultanların yaşadıkları yeryüzü cennetinin
somut örnekleridir. Sultan İbrahim'in yaz akşamlarında iftar
ettiği terasta, tombak, baldaken kameriye ve havuza açılan
mermer şahnişin gibi detaylara da yer veren bu lüks terasta,
meşveret meclislerinin de kurulduğu bilinmektedir. IV. yerin
Marmara ve Sarayburnu'na bakan Lala (Lale) Bahçesi'nde ise
Hekimbaşı Odası (Başlala Kulesi) yer almaktadır. Burası,
başhekim sorumluluğunda bir ecza deposu ve dairesiydi.
Sultanların sağlığından sorumlu hekimbaşıların denetiminde
olan bu kuleden günümüze çok sayıda saray ve ilaç şişeleri
kalmıştır. Hisarpeçeye oturtulan ahşap ve iki bölümlü Sofa
Köşkü ise 18.yüzyıl ortasında Rokoko süslemesiyle bahçeye
açılan bir divanhanedir. Özellikle sarayda "Halvet" ilan
edilerek yapılan büyülü gece ve gündüz eğlencelerinde harem
halkına da açılan köşk, altyapısı bir köşe burcu olan Bağdat
Köşkü'ne hisarpeçe ile bağlanır. Bu alandaki bahçelerde
sultanların bizzat yaptığı ve oyunları seyrettiği, IV. Murad'a
ait ve Hekimbaşı Kulesi'ne dayalı bir taş tahttan
anlaşılmaktadır. Bahçenin Marmara yönündeki mermer terasına
ise 1850'lerin başlarında Mecidiye Köşkü yapılmıştır. Köşkün
aynı üslupta serbest yükselen Esvap Odası ilginç bir detaydır.
Bu köşkün tuğla kemerli altyapısının geçmişi Fatih Dönemi ve
öncesine olsa gerektir. Bahçenin diğer bir yapısı ise,
19.yüzyıl ortasında Neoklasik üslupta inşa edilen Sofa
Camii'dir. Bahçe, Sarayburnu yönündeki Hasbahçe'ye Balyanlar
üslubunda iki kuleli bir kapıyla bağlanmaktadır.
HAREM
Topkapı Sarayı'nda Bab-üs Saade duvarı ile ayrılan idari ve
özel bölümler Harem Dairesi için de geçerlidir. Bu duvar
ekseninin devamında Harem'in Divan Meydanı yönündeki yapıları,
kızlarağası yönetiminde ve haremağaları elindeki dış hizmet
grubunun veya cariye olarak iç hizmet kadrosunun ikâmet
mekânlarını oluşturur. Harem'in Karaağlar Taşlığı'na ve söz
konusu ana duvara açılan Cümle Kapısı ise hanedan ve üst düzey
saray kadınlarının yaşadığı esas Harem bölümüne ile bu bölüm
Altınyol ile bağlanan ve Hünkar Sofası çevresinde dizilen,
padişah ve şehzadelerin yaşadığı Harem'deki Selamlık
bölümlerine açılır. Karaağa-cariye, Harem ve Selamlık bölümü
olarak gelişen Harem'de yapı kronolojisini ortaya koymak,
sarayın diğer bölümlerini açıklamak kadar kolay değildir.
İslâm geleneğinin aileye kazandırdığı kutsallık ve gizlilik
prensibi, Osmanlı Sarayı'nda en ulaşılmaz ve dramatik
örneklerinden birini vererek haremin mimarî kuruluşu hakkında
kaynaklar sunmuştur. Ancak tarihsel olaylar, kurumlaşma,
mimarî üsluplar ve sarayın topografyası, harem yapılaşmasının
4 ana devirde gerçekleştiğini göstermiştir. I- Fatih Sultan
Mehmet ile Kanuni Sultan Süleyman Devri arasında 15.yüzyıl
sonu 16.yüzyıl ortasındaki ilk dönem: Topkapı Sarayı'ndan önce
Beyazıt'a yapılan İstanbul'daki ilk Osmanlı Sarayı olan Eski
Saray ile Topkapı Sarayı bu ilk dönemde Kadınlar Sarayı
(Saray-ı Duhteran) denilen bir daireden oluşmaktaydı.
Günümüzde bu daire değişmiş ve sonraki yapılaşma nedeniyle
bağımsızlığını kaybetmiş durumdadır ve Baş Haseki dairesi
adıyla bilinmektedir. Adalet Kulesi'nden itibaren Harem Cümle
Kapısı, Başhaseki Dairesi, I. Selim Kulesi, Bağdat Köşkü ve
Hekimbaşı Kuleleri gibi çıkmalar hisarpeçe üzerinden kule
köşkleri halinde orta zaman kale ve sarayları tarzında düzenli
bir yapılaşma ortaya koymaktadır. Bu dönem Harem yapıları dış
sofalı konut mimarisiyle uyum içindedir. İlk dönem alanı,
16.yüzyıl sonlarında üzerine padişah ve valide sultan
daireleri ile cariye koğuşlarının yapılacağı bahçe
duvarlarıyla sınırlanmıştı. Geniş bir cariye ve hadımağası
kadrolaşmasına gerek duyulmayan bu ilk dönemde, Harem'in
Arabalar Kapısı ve Adalet yönünün Harem dışında serbest bir
alan olduğu anlaşılmaktadır. Kuleyi Çinili Köşk'e bağlayan ve
Büyük Biniş denilen at rampasının aksı ile kulenin serbest
yükseldiğini kanıtlayan altyapısı da bu fikri
desteklemektedir. İlk dönemin diğer bir önemli yapı grubu da
Harem'in Hasoda yanındaki çıkışta yer alan Selamlık Dairesi
olmalıdır. Hamamlı ve I. Selim Kulesi olarak adlandırılan
kule-köşkün, şehzadelerin gözetimi altında baştan beri eğitim
için ayrıldığı bilinmektedir. Bu alan 16.yüzyıl sonundan
itibaren Şimşirlik Kafesi denilen ve bahçeleri de kapsayan
Şehzadegan Daireleri'nin de çekirdeğini oluşturmuştur. Valide
ve Gözdeler Taşlığı çevresindeki yapılardan oluşan bu ilk
dönem yapılarının ilginç bir sürekli revak düzeniyle
kuşatıldıkları anlaşılmaktadır.
II. Kanuni Sultan Dönemi: Bu dönem, haremin Topkapı Sarayı'na
yerleşmesiyle, karizmatik bir kişiliğe sahip olan Haseki
Hürrem Sultan ve Kanuni Sultan Süleyman ile başlamıştır.
1520-30 yılları arasında Topkapı Sarayı genişledikçe niteliği
de değişmiştir. Hürrem Sultan'ın Eski Saray'daki haremden
çıkarak çocuklarıyla Topkapı Sarayı Haremi'nde sürekli
yaşaması; ailenin tüm ihtiyaçlarının da Topkapı Haremi'nde
karşılanmasına yol açmıştır. Bu dönemde Topkapı Haremi'ne
gelen karaağalar ve cariyeler için yan yana fakat ilişkisiz
birer avlu çevresindeki iki koğuş düzeni, haremde hanedan
yapılarının dışında, fakat onları kuşatacak, hatta koruyacak
şekilde yapılmış olmalıdır. Bu yapılarının işlevsel olarak
Kızlarağası Dairesi ile Cariye Hamamı'nı da içerdiği
anlaşılmaktadır. Bununla bağlantılı olarak, haremin önemli bir
unsuru olan Usta ve Kalfalar Dairesi de Fatih Dönemi'nde
yapılan Valide Taşlığı'nı Başhaseki Dairesi karşısında
sınırlayan kanada taşınmış olmalıdır. Bu dönemde, Hürrem
Sultan'ın konumuna uygun olarak Başhaseki Dairesi'ne ismini
verdiği ve Kanuni'nin de III. Murad Dönemi'nde yenilenecek
olan haremdeki Hasodası'nı yaptırdığı anlaşılmaktadır.III.
Murad ve Nurbanu-Safiye Sultan Dönemleri: 16.yüzyıl sonunda
Osmanlı sistemi gibi, harem kurumlaşmasının da sarayda
tamamlandığı görülür. Geleneksel Türk-İslâm ailesindeki
anaerkil yapının Osmanlı Saray Haremi'ndeki gerçek ve değişmez
görüntüsü Valide Sultan olmuştur. Nurbanu Sultan ve Haseki
Safiye Sultan'ın çekişmeli ilişkileri içinde karizmatik iki
figür arasında bocalayan III. Murad, bu gerilimli yönetimin
Topkapı Sarayı Harem'inden idare edileceği bir yapılaşmaya
gitmek zorunda kalmıştır. Topoğrafik şartlardan ötürü payeli
bir strüktür üzerinde yükseldiğinden, dönemin klasik mimari
anlayışına uygun bu zengin cephe yapıları, haremde güç
paylaşımını da temsil etmektedir. Cariye koğuşları bu yeni
yapılaşmayla görkemli dairelerin altyapıları olurken, eski
Cariye Taşlığı, giderek ikbal ve diğer kadınefendilerin sade
bir cephelemeyle de olsa manzaradan, yani haremde odaklanan
iktidardan pay alabildikleri bir kimliğe bürünmüştür. Haremde
gerek cephede, gerekse Valide Taşlığı'ndaki konumuyla merkez
durumundaki Valide Sultan Dairesi perspektif ve cephe
açısından sarayın en detaylı yapısıdır. Bir cephe kademesiyle
kadınefendi dairelerinden ayrılan Valide Sultan Dairesi,
hünkar hamamları sistemi ile mekânsal açıdan Hünkar Sofası ile
başlayan Sultan ve Selamlık Daireleri'ne bağlanırken, cephede
de anıtsal bir revakla vurgulanmıştır. Valide Sultan Dairesi
bu mekânsal önemini tarihte korumuş, Kadınlar Saltanatı
denilen ve Valide Sultanlar'ın naibe oldukları 17.yüzyılda
siyasi olayların sahnesi olmuştur.
Mimar Sinan ve Davud Ağa gibi başmimarlar elinde klasik
Osmanlı zenginliğinin ve sanatının kudreti, Hünkar Hamamları
ve Hünkar Sofası ile temsil edilmiştir. Harem ve sarayın en
büyük tören, kabul ve eğlence salonu olan bu kubbeli klasik
yapının daha sonraları değişmiş olan bir cephe görüntüsü ve iç
dekoru vardır. Bu sofanın yanındaki III. Murad Hasodası ise,
bir Mimar Sinan yapısı olarak Osmanlı klasik mimarisinin,
Osmanlı mantık ve estetiğinin ulaştığı denge ve simetrinin
canlı bir örneğidir. Osmanlıların üretebildikleri en zengin
çinilerle kaplanmış olan iç mekândaki kubbeli yapı, altyapıya
yerleştirilen bir havuzla dengelenmektedir. Böylece mekân ve
cephede yaratılan padişah, valide sultan ve kadınefendi
hiyerarşisiyle, harem kurumlaşmasının değişmez esasları
oluşturulmuştur. Klasik mantıkla yaratılan bu rasyonel mimarî
düzenleme, harem bahçesindeki büyük havuz ile sürdürülür.
Saray sisteminin ve harem hiyerarşisinin Topkapı Sarayı'na
yerleştiği bu devrin diğer bir kompleksi de Şehzadegân
Dairesi'dir. 16. yüzyılda Anadolu ve İran'la tehlikeli
gelişimler gösteren şehzadelerin saray ve kendi aralarında
giriştikleri iktidar kavgaları, sancak beyi olarak tayin
edilen şehzadelerin bu dönemde hareme alınmalarına neden
olmuştur. Ayrıca Fatih Kanunnamesi'nde devletin devamı için
şehzade katline izin verilmesi nedeniyle kamuoyunda saraya
karşı oluşan muhalefet de şehzadelerin harem ve hanedan içinde
gözetim altında yaşatılmalarını gerektirmiştir. 16.yüzyıl
sonlarında haremin devlet üzerindeki otoritesi protokoler
cephe yapılarıyla vurgulanırken, ilk dönem haremin özü olan
Altınyol, Başhaseki Daireleri üzerine de girift Şehzadegân
Dairesi yapılmış, bu sistem hamamlı I. Selim'in Kulesi'nin
yanı sıra harem bahçesinden kazanılan Şimşirlik
Bahçeleri'ndeki yapıları da kapsamış haremin dramatik
tarihinin sembolü ve en geniş dairesi olmuştur. 15-17. ve
18.yüzyıllar: Bu dönemlerde, 16.yüzyıl sonunda hızlı bir iç
dinamikle tamamlanan harem yapılarının ek bölümleri kurumsal
zorunluluktan değil, çok harem halkının kalabalıklaşması ve
yangınlar nedeniyle oluşmuştur. Sonraki yapılaşmanın sembolik
nedeni, bir hükümdarlık sembolü olarak sultanların sarayda
Hasoda yaptırma geleneğidir. Bu dönemde oluştuğu bilinen bir
yapı grubu da haremin hastane avlusu civarıdır. Bu devirde
ayrıca valide sultanların artan gücüyle orantılı olarak
dairenin üst katına odalar eklenmiştir. 18.yüzyılda batının
yaşayış ve sanat üzerindeki etkisi doğaya ve hafifliğe daha
fazla yer veren Barok ve Rokoko dekorasyon uygulamaları, ilkin
III. Ahmed'in Hasodası'ndaki (Yemiş Odası) natürmort tasvirli
panolarda görülmektedir. Yüzyıl ortalarında ise sultanlar,
zenginleşen ve hafifleyen bir Rokoko romantizmini
yaptırdıkları köşklere ve iç dekorasyona yansıtmışlardır.
Klasik Dönem'in cepheye çıkma yapan Hazine Odası ve yanındaki
Hasoda, I. Abdülhamid Dönemi'nde aynı dekorasyonla
kaplanırken, I. Selim Kulesi kısmen yıkılarak yerine konak
görünümündeki ahşap Mabeyn ve İkballer Dairesi yapılmıştır.
Tarihte Şimşirlik Alanı olarak dramatik bir karaktere sahip
olan bölge, 18.yüzyılda hanedanın serbest yaşantısına açılmış
ve şehzadelere çifte kasırlar verilmiştir. Harem yapılarında
değişik sanatsal üsluplar göze çarpmaktadır. Osmanlı
siyasetini, kültür ve sanatını olduğu gibi gösteren Topkapı
Sarayı nadir bir müze örneğidir. Klasik hiyerarşi, güç ve
anlamlı bir İhtişam Dönemi'nin sembolü olan Topkapı Sarayı,
Rokoko eklerle ömrünü tamamlarken, yerini Tanzimat Dönemi
Boğaziçi Sarayları'na bırakmıştır.
Topkapı Sarayı Müzesi Salı Günleri Ziyarete Kapalıdır.
Müze 9.00 - 16.00 Arasında Gezilir.
Ramazan Ve Kurban Bayramlarının İlk Günü 12.00 - 16.00 Arası
Ziyarete Açıktır.
Harem Dairesi Gezisi Ayrı Bilete Tabidir. Harem Dairesi
Ziyareti 9.30 - 15.30 Arasında Gruplar Halinde Yapılır.
Topkapı Sarayı Müzesi Telefon Ve Fax Numaraları
Telefon: (0212) 522 44 22 / 512 04 80-5 Hat
Fax: (0212) 528 59 91
|