Saroz
Sultaniçe... Kenti anımsatan nesneleri bir bir geride bırakan ve sonunda
denize uzanan, yumuşak kıvrımlı keyifli bir yol... Çiftçilik, hayvancılık
ve balıkçılığın yapıldığı Enez'e bağlı Sultaniçe köyü Saroz Körfezi
kıyısında.
İstanbul, Silivri, Tekirdağ, Keşan, oradan saptın mı bir yan yola, alır
götürür seni Saroz Körfezi'nin kıyı köylerine. Bu yörede çevreyi bilmeden
çıkılan bir yolculukta kaybolma ihtimali bir hayli fazla olsa da bizim
hedefimiz belli. Enez'e bağlı Sultaniçe köyü.
İlk kez üç yıl önce konukları olmuştum Sultaniçelilerin. Bir Enez gezisi
sırasında tanıştığım balıkçılar buyur
etmişlerdi beni. O gün balık yoktu. Ama misafir için çabucak hazırlanan bir
sofra, o damakta uzun süre kalan lezzetleriyle yemekler, üç yıldır
unutamadıklarımdandı. Bunun da ötesinde, o güzel yeşil gözlerle bütünleşen
yumuşak bakışlar ve tebessümler beni tekrar çekti Trakya'nın bu Ege
kıyılarına.
Keşan'dan Çanakkale yönüne döndükten sonra ikinci dörtyolda Enez tabelasını
görürsünüz. Sağa dönüp biraz yol almaya başladığınızda kentten koptuğunuzu
hissedeceksiniz. Her geçen kilometrede size kenti hatırlatan nesneler birer
birer azalacak, otobüslerin yerini traktörler, çatık kaşların yerini
kasketli tonton bakışlar alacaktır.
Hafif hafif yükselip alçalan arazi yapısıyla, yumuşak kıvrımlarıyla oldukça
keyiflidir Enez yolu. Yol boyu geçilen tarım arazileri ve aralara serpilmiş
gibi otlayan koyunlar pencereleriniz kapalı olsa dahi Trakya havasını size
taşır...
Sultaniçe, Enez'e bağlı 19 köyden biri. Yolda sohbet ettiğimiz bir Enezli,
‘‘On dokuz köyden en iyisi. Halkı hem kazanmasını bilir, hem de yemesini.
Çok çalışkan, namuslu, medenidir’’ diyor. Sonra ekliyor, ‘‘Valla, doğru köy
seçmişsiniz gezecek’’.
Büyük Evren köyünü geçince Sultaniçe tabelasından sola, deniz tarafına doğru
yöneliyoruz. İlk geçtiğimiz köy Küçük Evren. Yol, köyün içinden şöyle bir
kıvrılıp kendini tekrar buğday tarlalarına, otlayan ineklerin mekân tuttuğu
arazilere bırakıyor. Ege Denizi'yle karşılaşıyoruz. Arabamız tepeyi
döndüğünde bir vadi ve ucunda dalgalanan mavi, manzaramız oluyor. Bu hoş
görüntüyü bir nebze sahiplenmeye çalışan kooperatif inşaatları biraz canımı
sıksa da, baharın ilk kelebekleri, bir de oraya yeni varmış leylekler
moralimi düzeltmeye yetiyor. Yol üstündeki ikinci köy Gülçavuş. Sultaniçe
köyü ise Gülçavuş'a neredeyse omuzunu dayamış. Aralarında bir dere, üç beş
parça tarla var sadece.
Bir köprüden köye giriyoruz. Önümüzde ilerleyen inekler biraz yavaşlatıyor
bizi. Sürünün başında yürüyen küçük kız, pencereye doğru eğiliyor, yüzüne
düşen altın rengi saçlarını eliyle kulağının arkasına toplarken ‘‘Hoşgeldiniz’’
diyerek karşılıyor bizi. Bu yemyeşil gözler yine çıkıyor karşıma. O meşhur
mozaiğin belki de en cıvıltılı renkleri bu gözler.
Sultaniçelilerin ataları 1893 yılında Bulgaristan'dan İstanbul'a göçmüş.
Devletin onlara verdiği araziyi beğenmeyip, Trakya'nın içlerine doğru yol
alarak yerleşecekleri bir bölge aramaya başlamışlar. Bir sultanın kızına ait
bu arazilerde karar kılmışlar. Mevsim yazmış. Bir çırpıda yapılan evlerle
girilmiş kışa. Bakmışlar yerleştikleri tepe çok ayaz yapıyor, sahile doğru,
rüzgârdan korunan bir vadiye taşınmışlar. Çevresinde ormanlık alanların
bulunduğu bu vadinin bir ucu deniz, bir ucu Sultaniçe. Arada da tarlalar ve
sahile doğru kooperatif siteleri yer alıyor.
Tarım köyün en önemli girdisi. Satmak için yetiştirilmese bile, her evin
meyve ağaçlarının da bulunduğu bahçesinde, o aileyi bir yaz doyuracak kadar
sebze ekimi yapılıyor. Yaklaşık 300 haneli Sultaniçe'nin yarısı çiftçilikle
geçiniyor.
Hayvancılık ise Sultaniçeliler için Bulgaristan'dan getirdikleri bir kültür.
Son on yıldır, Romanya'dan geldiği söylenen ithal inekler hayvancılığı daha
da kârlı hale getirmiş. Günde yaklaşık 25 litre süt veren bu hayvanların
bakımı da oldukça kolay.
Bir sabah uyandığımızda köy meydanında kurulu süt toplama istasyonuna bir
peynir fabrikasının kamyonunun yanaştığını görüyorum. Hemen ardından
kovalarla, bidonlarla herkes sütünü satmak için gelmeye başlıyor. Veresiye
defterinden anladığım, yaklaşık 100 ailenin hayvancılık yaptığı. Bir günde
toplam dört ton süt toplandığını söylüyor fabrika çalışanı. Sabah
kahvaltısında her gün süt içmeye alışmış köpeğim için bu istasyon adeta bir
cennet. Kuyruğunu sallaya sallaya kokluyor gelen kovaları. Kovaların
sahiplerine gülücükler dağıtıyor. Sultaniçelilerin konukserverliği bir kez
daha kendini gösteriyor burada...
Köyün bir başka geçim kaynağı da balıkçılık. Hemen hemen 50 hane bu yoldan
kazanıyor ekmeğini. Saroz Körfezi cömert. Burada hem Karadeniz'in, hem de
Akdeniz'in balığını bulmak mümkün; mürekkepbalığı ve ahtapot yüzleri hep
güldürüyor. Lüfer zamanı lüfer, sardalya zamanı sardalya, köyde kurulan
balıkçılar kooperatifi sayesinde İstanbul masalarına ulaştırılıyor. Son
yıllarda Samsun'dan gelen trol teknelerinin ekolojik dengeleri bozmaya
başladığından ve sahil güvenliğin bu konuda beceriksiz davrandığından
yakınıyor balıkçılar.
Köy içindeki yürüyüşümüz, sohbetlerle renkleniyor. ‘‘Kızanlar koşun. Gelin
resminizi çeksin ağabey.’’ Çocuklar koşuşturuyor etrafımızda. ‘‘Benim
resmimi çeker misin’’ diye kimse sormuyor, ama o gözlere bakan ne
istediklerini hemen anlıyor.
Avlular günlük yaşamın biçimlendiği mekânlar Trakya'da. Bahçede ekmeğin
pişirildiği kerpiçten yapılmış ocak mutlaka mevcut. Avluların bir tarafında
insanların yaşam mekânı, diğer tarafında ise tuvalet ve ahır bulunuyor. Eski
binalar kerpiçten yapılmış. Dış cepheleri hava şartlarına dayanması için
çimento ile sıvanmış. Duvarların topraktan ve kalın olması sayesinde evler
oldukça sağlıklı. Yazın soğuk, kışın sıcak olmasına rağmen, dayanıksız
olmaları nedeniyle köy halkı zamanla tuğla binalara yönelmiş. Arazinin
darlığına nüfusun artması da eklenince, iki katlı tuğla binaların oluşumu
başlamış. Yine de kerpiç evlerin içindeki yaşamlar bu kültürün halen devam
ettiğini gösteriyor. Kerpiç veya tuğla, tüm evler kıbleye dönük Sultaniçe'de.
Bu sayede, bilinçsiz de olsa bir şehir planlaması oluşmuş köyde. Yollar
genelde birbirini 90 derece kesiyor ve çıkmaz sokak yok. Yavaş yavaş
kaybolan kerpiç evleri düşünerek sahildeki tatilcilerin ‘‘Yapı
Kooperatifleri’’ni de geziyorum. Gezerken, onların birbirlerine iki metre
otuz beş santim mesafe ile bakan balkonlarının yerinde geniş avlulara
yayılmış kalın toprak duvarları düşlüyorum...
|